PAZAR'IN YAZISIZ'I...
Gerilim filmi gibi hasta öyküleri
Ihsan Bölük yazisinda anlatiyor :)
Ali Osman Sönmez Onkoloji Hastanesi Başhekim Yardımcısı Op. Dr. Ceyhun İrgil'le sohbetimiz sürüyor. Anlattıkça daralıyorum. O kallavi guatr vakalarını gördükçe sanki boğazım sıkılır gibi oluyor.
"Hastamızın kocası 'vay senin memen alındı' deyip bırakıp, boşanabilir. Doktor bırakamaz. Onunla tıbbi bir Katolik nikah yapıyoruz.
Hasta seni bırakmadıkça, sen onu bırakamıyorsun."
Hafızasında yer eden hasta hikayelerini soruyorum. "Çoğunlukla acı hikayeler... Mesela, yazabilir misin bilmiyorum ama, çok çarpıcı. 5 yıldır çocuk olmuyor diye başvuran çift vardı. Göbekten çocuk yapmaya çalışıyorlarmış!"
"Hangi birini anlatayım ki?" diyor İrgil... "İğne veriyorsun, tozunu döküp yalayan var. Hemoroit hastasına bir fitil, bir de kabızlık hapı veriyorsun, hapı makata sokup, fitili hap gibi yutan var..."
"Prostat muayenesi doğal olarak makattan yapılır. Başka yerden girip bakma şansı yok ki! Makat senin için erotik ya da namahrem bölgen olabilir. Ama doktor için burun deliğinden farklı değil."
Ali Osman Sönmez Onkoloji Hastanesi Başhekim Yardımcısı Op. Dr. Ceyhun İrgil ile sohbetimizi sürdürüyoruz.
Bir hasta fotoğrafı daha gösteriyor.
"Şu kadın mesela, tedaviyi reddetti. İlgilenmediği için kocasına kızdığını söyledi, 9 ayda da öldü.
İnegöl'de 28 yaşında başka genç bir kadın. Kimsesiz, gariban. Kaymakam beyle görüşüp her türlü yardımın yapılmasını sağladım. Evine jandarma gönderdim. Bir öğrendik ki, bir yere ot tedavisine gitmiş. Geldiğinde göğsü böyleydi" deyip, çürümüş memeyi gösteriyor.
Kocanın suçu yok mu şimdi?
Kocasının 1 yıl boyunca tedaviye getirmediği başka bir kadının yine çürümüş memesini gösterip "Şimdi sen söyle bakalım? Bu hastayı kurtaramazsan ya da bu hastalık beyne sıçrayıp hasta öldüğünde, bir yıl boyunca tedaviye getirmeyen kocanın hiç sorumluluğu olmayacak mı?"
Dr. Ceyhun İrgil anlattıkça daralıyorum. Hele o guatr vakaları. Sanki benim boğazımı sıkıyor...
"Hadi bunlar memede, utandı diyelim. Guatr ne kadar büyütülebilir?" deyip, yine Bursa'dan guatrı boğazını sarmış başka bir kadının fotoğrafına bakarak "Abisi bile burada ilk defa gördü kardeşinin bu halini. Baş örtülü hasta. Örtüyle saklamış guatrını... Çok acayip şeyler... Tedavi için geldikten sonra bırakma şansın yok."
Tıp artık ilgi görmüyor
Bursa'ya 20 tane daha meme kanseri merkezi açılsa yetmeyeceğini anlatıyor Doktor İrgil... En büyük sorunun da insan kaynağı olduğuna vurgu yapıyor. Tıp fakültelerinden çok doktor çıkıyormuş ama daha çok uzmana ihtiyaç varmış.
"Genç nesil doktor olmak istemiyor. Niye olsun adam? 6 sene tıp fakültesi. 5 sene ihtisas, 3-4 sene mecburi hizmet, üstüne 2-3 sene üst ihtisas, 18 sene geçiyor.
Genç kız giriyor fakülteye, bir çıkıyor 35 yaşında. Evlilik yok, çocuk yok, bir de riskli iş. 1500 YTL maaşla bir yere atanıyor. Genç nesil, özellikle 80 sonrası, bunu düşünmüyor. Haklı olarak daha hızlı ve fazla para kazanacağı yolları tercih ediyor."
Dünyanın en kötü doktorunun bile, hastasının kötülüğünü istemeyeceğini anlatıyor İrgil... En azından bunun, kendi profesyonel şöhreti için gerekli olduğuna vurgu yapıyor.
Parasal ilişkiyi bitirelim
"Bir genel cerrahi uzmanı acillerde en az 3-5 senesini geçirir. 20 sene insanlara hizmet eder, bir gün bir kişiyi kurtaramaz, her şey biter. İşte bu yüzden risk yüksek olduğu için özel hastanelerde ameliyat fiyatları yüksek olabilir. Adam bir takım elbiseye 300 YTL verirken, özel hastanede bu fiyata safra kesesi ameliyatı olabiliyor. Bence ameliyatın parasal karşılığı yok. O yüzden ameliyat ücretini yüksek ya da düşük diye tartışmanın anlamı da yok. Doktorla hasta arasındaki parasal ilişkiyi kaldıracak bir sistemi mutlaka kurmak gerekiyor.
Bunun için en iyisi genel sağlık sigortası. Hastalar da rahat eder, doktorlar da. Doktorlara iyi ücret verilse, iş garantisi olsa muayenehanelerinde çalışmazlar. Çok yıpratıcı çünkü, 4'te 5'te çıkıp gelip muayenehanede çalışıyorsun. İki işte çalışıyorsun. Sosyal hayat yok."
Tıp, çıraklık eğitimine dayalıdır!
Uzman doktor yokluğundan yakınıyor İrgil ama Türkiye'de tıp eğitimi ne durumda acaba?
"Tıp öyle bir bilim dalıdır ki, aslında çıraklık eğitimine dayalıdır. Görgü meselesidir. Yani, matematik gibi bir bilim değildir. İki kere iki dört etmez tıpta.
Hastalık yok, hasta var. Senin için geçerli olan tedavi, başkası için geçerli değil. Yaşı, cinsiyeti, fizyolojik yapısı, kalbinin durumu hepsi farklı. Doktorluk bu yüzden çıraklık eğitimine dayalıdır. Ne kadar çok görürsen o kadar iyi hekim olursun. Çok fazla ameliyat yaparsan çok başarılı olursun. İnsana değip dokunmayan teorik bilginin faydası yok."
Ödüller, sorumluluğumu artırıyor
Aslında Ceyhun İrgil ile röportaj yapmayı düşündüren, aldığı ödüllerdi. Bu yıl iki ödül birden aldı İrgil... İlki, Junior Chamber International Türkiye-Genç Girişimciler Derneği'nin Türkiye'nin 10 Başarılı Genci Yarışması'nda Kişisel Başarı Ödülü'ne layık görüldü. 2006 yılında Kore'de Türkiye'yi temsil edecek.
Aradan bir ay geçti, bu kez Türk Tabipleri Birliği'nin Ulusal Fotoğraf Yarışması Büyük Ödülü ve Başarı Ödülü'nü kazandı.
Genç Girişimci ödülünden bahsederken, "Bu ödülü ben tek başıma almadım. Hastanemizin başhekimi Dr. Sedat Demir'in, Nuri Kolaylı'nın, senin de payın var bu ödülde... KETAM'ın oluşmasında, Teras Otel'in kanser hastalarının tedavisi için kullanımına sunulmasında sizin katkılarınız az mıdır? Kimse bilmiyor. Ben öne çıktım. Hammaliyesini ben yaptım. Taşırken herkes beni gördü. Oysa birileri hep yardım etti.
Deha yok, ortak akıl var. Ben hep bunu söyledim. Bu ödül sorumluluğumu daha çok artırdı. Artık daha çok şey yapmam gerekiyor" diyor.
Beklenti artıyor
Türk Tabipleri Birliği Fotoğraf Yarışması'na da kendisi değil, arkadaşları göndermiş fotoğraflarını... Biri büyük ödül, biri üçüncülük ödülü almış, diğerleri sergilenmeye değer görülmüş...
"Onlar moral veriyor. Her insan ödül almaktan, övülmekten, ruhunun okşanmasından hoşlanır. Bunlar işe de yarıyor. İnsanı aşka getiriyor. Aynı oranda insanı yoruyor. Toplum senden daha çok şey bekliyor. En önemlisi, bu ödülleri alıyorsun ama giderek kendine ait olmuyorsun. En önemli kayıp bu, belki de kazanç bilemiyorum. Ne zaman yemek yiyeceğine, tatil yapıp yapmayacağına toplum karar veriyor."
Seda için tatile gitmedi
Mesela bu yıl bir haftalığına tatile gidecektik. Çok uğraştığımız, çok sevdiğimiz bir kızımız vardı Seda, 19 yaşındaydı. Türkiye'nin en genç meme kanseri vakasıydı. Fenalaştı, komaya girdi. Beyin metastazı vardı. Şimdi onu bırakıp tatile gidebilir misin? Gitsen ne olacak? Aklın burada olacak. Dedim eşime, 'siz gidin.' Kaldım ve 3-4 gün sonra vefat etti. O anda burada olman gerekiyor. Bir şey yapıp yapmaman önemli değil. Sen artık onlardan birisin. Bir insanın doktoru olduğunda, tedavisine başladığında kocasının bile onu bırakıp kaçma ihtimal ve şansı var, ama doktorun yok.
Hastayla Katolik nikahı
Hastamızın kocası 'vay senin memen alındı' deyip bırakıp, boşanabilir. Doktor bırakamaz. Onunla tıbbi bir Katolik nikah yapıyoruz. Hasta seni bırakmadıkça, sen onu bırakamıyorsun."
"İçimdeki Gökkuşağı" adlı bir şiir kitabı da bulunan Doktor Ceyhun İrgil'in, Seda için yazdığı dizeleri okurken ağladım... Sizi de ağlatmak istemem. Ama birazdan gelecek cehalet örnekleriyle dudaklarınız uçuklayacak haberiniz olsun...
Makatla burun deliği arasında fark yok
Kadınlar için en büyük tehlike meme kanseri elbette. Erkekler için de prostat. Bunda da en büyük sorunun kontrol olduğunu biliyoruz ama bir de birinci ağızdan dinlemekte yarar var...
"Prostat muayenesi doğal olarak makattan yapılır. Başka yerden girip bakma şansı yok ki! Makat senin için erotik ya da namahrem bölgen olabilir. Ama doktor için burun deliğinden farklı değil. İnsanın ağzı ile makatı arasında da fark yok. Ağız dış etkilere daima açık. Bu yüzden insan insanı ısırdığı zaman tetanoz filan bir sürü şey yapmak lazım."
Bir nesli eğit 100 yılı kurtar
Ceyhun İrgil yeniden kadın cehaletine dönüyor ve bir toplumda en önemli unsurun kadın olduğunu söylüyor. Kadınların eğitiminin, erkeklerden daha önemli olduğunu, bir nesil kadının çok iyi eğitilmesi durumunda, o toplumun 100 yılının kurtulabileceğini belirtiyor ve ekliyor:
"Erkekler hiç öyle değildir. Mağara devrinden beri hiçbir şey değişmedi. Erkekler dölleyici ve toplayıcıdır. Erkekler para bulmaya çalışır, ekmek bulmaya çalışır ve döller. Üremeyi sağlar. Mağara devrinden beri kadın evde ateşi devam ettirendir. Kültürü sürdürendir. Erkekler aralarında konuşurken, 'Cemal Abi aşure günü ne zaman?' diye sormazlar, bilmezler çünkü. Hiçbir kültürel faaliyetten haberleri olmaz. Kadınlar bilir. Kadınlar yürütür toplumun kültürel faaliyetlerini.
Toplumun kalitesi, kadının kalitesiyle orantılı
Toplumda bütün iyilik ve kötülüklerin anası kadındır. Bu yüzden her şeyin anası var. Niye babası denmiyor? Nedeni bu. Toplumun kalitesi, kadının kalitesiyle orantılıdır. Baba maganda olabilir. Ama anne görgülü ise çocuk görgülü olur. Türkiye bugün pek çok konuda geri ise bu kadın kalitesinden kaynaklanıyor. Toplumda her şeyi belirleyen kadındır. Kadın-erkek ilişkisini kadın belirlerse düğün oluyor, erkek belirlerse tecavüz oluyor. Bu yüzden erkek hiç bir durumda belirleyici değil."
İrgil, memesi çürümüş kadınların fotoğraflarına bakarak, "Bu duruma gelinceye kadar harekete geçmeyen bir kadının yetiştireceği çocuğu düşünsene" diyor ve ben sadece yutkunuyorum...
-BİTTİ-
Göbekten çocuk yapmaya çalışmışlar
İrgil'e hafızasında yer eden hasta hikayelerini soruyorum.
"Trajikomik ve çoğunlukla da acı hikayeler... Mesela şunu yazabilir misin bilmiyorum ama, çok çarpıcı bir örnek. 5 yıldır çocuk olmuyor diye başvuran bir çift vardı. Göbekten çocuk yapmaya çalışıyorlarmış! Gencecik aile. Ama bu eğitim öğretim meselesi. Çünkü anne kızına, 'sen göbekten çıktın' diye anlatıyor hep...
Mesela kocaman meme tümörü olup, üstüne balık bağlayıp gelen hastayı bilirim. Meme kanseri için geldiğini sanıyorum. Diyor ki, boğazıma bir şeyler takılıyor, acaba oradan kılçık kaçmış olabilir mi?!"
Yukarıdaki yaşanmış hikayelerin anlatımında herhangi bir yanlışlık yok. Olmaması için de defalarca okudum. Tuhaf geldiyse, anlamakta güçlük çektiyseniz tekrar okuyun...
Tümörlü memenin üstüne niye balık bağlandığını merak ediyorum. Bursa'da öyle bir gelenek varmış, yaranın üzerine özellikle alabalık bağlanırmış.
Hemoroit fitilini yutup hapı makata sokan hasta
"Hangi birini anlatayım ki?" diyor İrgil... "İğne veriyorsun, tozunu döküp yalayan var. Hemoroit hastasına bir fitil, bir de kabızlık hapı veriyorsun, hap küçük, fitil uzun... Hasta telefonla arıyor. Diyor ki 'Hocam, haplar büyük, ikiye bölerek yutabilir miyim?' 'Nasıl, uzun olanı mı? Onlar fitil, makatına sokacaksın onları' diyorum. 'Yok abi onlar girmez oraya. Ben küçüğünü oraya soktum, büyüğünü de yuttum' diyor. Fıkra gibi, olmaz böyle şey..."
Tabuların, kanserin erken teşhisinde en büyük engel olduğundan yakınıyor İrgil: "Sakın bıçak değdirme, sakın elletme. Elletme ama nereye? O tümör senin Müslüman olduğunu, Türk olduğunu, zengin fakir olduğunu, eğitimli eğitimsiz olduğunu bilmiyor ki! Dünyadaki en adaletli şey hastalıktır. Kanser kadar demokratik bir hastalık yoktur. Herkese eşit davranan bir şeye karşı, sen kendine göre bir formül bulamazsın. 'Bunun bıçak değdirmeme inancı var, fazla açılmayayım' demez ki tümör. Hasta yakınlarının bunu bilmesi gerekiyor."
Iyi sihhat dolu Pazarlar dilegi ile.
Saygilar.
H.A.E.
0 Comments:
Yorum Gönder
<< Home