... SORUNU CÖZERSEN ONU BIR GÜN ICIN ÖZGÜR KILARSIN, BIR INSANA SORUNLARINI CÖZMEYI ÖGRETIRSEN ONU HAYATI BOYUNCA KENDINDEN EMIN KILARSIN. blog layouts

BIR INSANIN CAHIL OLDUGUNU BILMESI / ILME ATILMIS ILK ADIMDIR

Salı, Aralık 26, 2006

TESEKKÜR EDERIM.

Friendster images


Bir ay boyunca sizlerle SAGLIK konusunda bu siteyi paylastik.Sitemize yazi gönderen kiymetli Dostlarimiza tesekkürü borc bilirim.Bu gün SAGLIK konusuna noktayi koyup.Yeni yilda sizlerle TELE VIZYON adi altinda yeni bir ay sürecek konuyu alacagiz.Bu konuda yazi göndermek istiyen Dostlarimiz sifre ve kod nolarini biliyorlar aynen onlari kullanarak yazilarini gönderebilirler.Sitemize yeni katilmak istiyen arkadaslarimiz.Erdil1@msn.com adresine email göndererek yazi yazmak icin müracaat edebilirler.

Bütün Dostlarimizin,okurlarimizin Kurban Bayramlarini kutlar ve Yeni bir Yila sihhat afiyet icersinde girmelerini dileriz.

Saygilarla.

YAZAN.

Pazartesi, Aralık 25, 2006

SAGLIK ?? !!..


Uzun süredir bu yazıyı yazmayı planlıyordum..Ne başka yazılar yazmam ne de bilgisayara defalarca oturmam bir türlü yazmak istediğim yazıyı bana yazdırmadı..Genelde hep en ufak bir şikayette hep başkalarına akıl veririz doktora git diye..Kendimiz gidermiyiz ? ..Hayır. Buna en yakın örnek benim işte..Kollarımın altında bir ağrı vardı uzun süredir bir süre cesaretimi toplayıpta doktora gidemedim..Artık dayanılmaz noktalara geldiğinde ve bir şey olacak korkusu son dakikaya kadar gitmemi engelledi ve artık ağrıların çoğalması üzerine hastahaneye gittim..Allaha şükür ki bir şey çıkmadı ama başkalarına verdiğimiz akıl kadar aklı kendimize kullansak sanırım daha sağlıklı ve harika bir yaşantımız olacak.Bu konuda paylaşmak istediğim bir diğer noktada şu doktorların hastaya hiç bilgi vermemesi durumu..Sormayan hastaya alıştıkları için benim gibi meraklı hastalara da aynı muameleyi yapıyorlar ve beni bazen çıldırtıyorlar..Birileri onlara ağzınızdan dökülen en az kelime ile hastalar odanızdan çıkarsa size madalya takacağız mı dedi acaba..Ne kadar kendilerini kasarlarsa o kadar iyi doktor olmuyorlar ya..Biri bunları söylemeli onlara..O eskidendi..Geçmişte tıp terimleriyle ilgili bir kaç kelime söyleyip hastayı neredeyse bir an önce odadan dışarı atmak eski Türk filmlerinde kaldı..Artık hastalığın tüm evresini biraz olsun anlatıp ne yapılabileceği hakkında bilgi veren doktorlar gözde..Eğer bu iş ticarete döküldüyse de farkında değiller herhalde memnun kalmayan her müşteri gelecek on müşteriyi engeller :)Eğitim ve sağlık sektöründe ki insanlar bu işleri başka hayaller peşinde koşmadan tercih etmeli ki bu işlerde ah alanın sırtı yerden kalkmaz gibi bir düşüncem var :)

ASORTIK KREP

Pazar, Aralık 24, 2006

PAZARIN SOHBETI...


Önümüzdeki günler bizlerin birazda yogun günleri olacak bu senenin son günü Bayram la birlesmesi.Bir konu da bizleri daha da dikkatli olmaya itmektedir.Bu günler bizlerin almis oldugu gidalara dikkat etmeye zorliyacaktir.Bütün senenin diyet ve oto kontrolü bir an da yok olabilir.Bir yandan vucudumuza yaptigimiz baski.Zamanin bir anda baska akimlara dönüsmesi günlük yasam ritminin disina itebilir.Size bu konuda okudugum bir yaziyi aktarmak istedim.

Loş ışıkta yemek yemeyin yemekte televizyonu kapatın

Kilo probleminiz var ve denemediğiniz diyet tipi kalmadı. Üstelik sürekli rejim yapmaktan da bıktınız. Bu 40 tüyo, hem yaptığınız diyetin hızlı sonuç vermesini sağlayacak, hem de diyete ara vermek istediğinizde formda kalmanıza yardımcı olacak.

Fazla kilolar herkesin derdi. Yaşınız, boyunuz ya da cinsiyetiniz ne olursa olsun fazla kilo sorununuz varsa, İngiltere'nin ünlü gazetesi Mirror'ın diyet yapanlara sunduğu 40 öneriye göz atmanızda yarar var. Bu önerilerle forma girmeniz çok daha kolay olacak...

1 Kahvaltıyı atlamayın
Diyet yapanlar çoğunlukla kahvaltıyı atlayarak öğle saatine kadar aç kalmayı tercih eder. Ancak böyle çok daha hızlı kilo verildiğini düşünmek yanlıştır. Yapılan araştırmalar, günün en önemli öğünü kabul edilen kahvaltının atlanması durumunda, günün geri kalanında çok daha fazla kalori alındığını gösteriyor.

2 Yemek yerken dik oturun
Avustralyalı bilim adamları daha çabuk doymak istiyorsanız, yemek yerken mutlaka dik oturmak gerektiğini savunuyor. Çünkü dik oturulduğunda yenen yemek mideye daha hızlı ulaşıyor ve beyne doyma sinyali daha çabuk gidiyor.

3 Kendinize zaman verin
Beyninizin midenizin dolu olduğunu algılaması 20 dakika gibi bir süreyi alır. Bu yüzden yemeğiniz bittiğinde hemen kendinizi tatlılara daldırmayın. Yemek yedikten 20 dakika sonra hala açlık hissediyorsanız o zaman tatlı yiyin.

4 İçecekler de kalorilidir
Meyve sularının ya da kola gibi içeceklerin de kalorili olduğunu unutmayın. Bu tür sıvıları aşırı tüketmek yerine sadece suyu tercih edin.

5 Greyfurt zayıflatır
Araştırmalar 12 hafta boyunca öğünlerden önce yarım greyfurt yiyen ya da greyfurt suyu içenlerin ortalama bir buçuk kilo verdiği saptandı.

6 Akşam yemeği için giyinin
Diyet uzmanı Janette Barber, "Özellikle beli sıkı kıyafetler giyerseniz, kıyafet karnınızı sıkmasın diye çok fazla yemek yiyemezsiniz" diyor.

7 Aydınlıkta yiyin
Kaliforniya Üniversitesi uzmanları, "Loş ışıkta yemek yemeyin" uyarısında bulunuyor. Çünkü yapılan araştırmalara göre bu durum yemek süresini çok daha fazla uzatıyor.

8 Bedavalardan uzak durun
"Bir alana bir bedava" önerisi sunan restoranlardan uzak durun, bu tür mönüler çok daha fazla kilo almanıza neden olacaktır.

9 Kahvaltıda yumurta yiyin
Kahvaltıda haşlanmış ya da sahanda yumurta yerseniz, gün boyu kendinizi çok daha fazla tok hissedersiniz.

10 Güneşlenin
Uzmanlar, güneş ışığının beyni depresyondan uzak tuttuğunu ve kişinin kendini daha az aç hissetmesine neden olduğunu savunuyor. Güneşli bir havada 20 dakika yürüyüş yapmanız iştahınızı kapatabilir.

11 Kuruyemiş yiyin
Bir araştırmaya göre (Journal of Obesity) badem ve fındık kilo vermeye yardımcı oluyor. Cips ya da çerez yerine badem veya fındık yiyin.

12 Yemeklerinize baharat katın
Sarmısak, zencefil, karabiber ya da kırmızı biber.. Yemeklerinize baharat katın. Bu yağları daha fazla yakmanıza yardımcı olur. Baharatlı yemeklerin verildiği bir deney grubunda diğerlerine oranla yedikten sonra ekstra 45 kalori yaktıkları görüldü.

13 Süt için
Her sabah öğlen yemeğine kadar çok fazla acıkmamak için ılık bir büyük bardak süt için. Bu sizi tok tutacaktır.

14 Kan şekerine dikkat
Bitki uzmanı Stuart Fitzsimmons, "Eğer şekerli şeyler yemek istiyorsanız yemeklerinize biraz 'Fenugreek' otu katın" diyor. Bu ot sayesinde kan şekeriniz düşmeyecek.

15 Çorba için
Kremalı ya da değil ana öğünlerden önce çorba içmeye özen gösterin. Penn Üniversitesi'nin yaptığı bir araştırmaya göre eğer böyle yaparsanız günde 100 kalori daha az almış olursunuz.

16 Yerken için
Boş mideye içerseniz kan şekeriniz birden düşeceğinden kendinizi çok daha fazla aç hissedersiniz, eğer alkol tüketeceksiniz bunu yemek yerken yapın.

17 Balık tüketin
Minnesota'da bulunan Mayo Clinic'in yaptığı bir araştırmaya göre Afrika'da sürekli balıkla beslenen kabilelerde kandaki düşük leptin seviyesi yüzünden iştahları çok daha az oluyor.

18 Kahverengi beslenin
Kepekli ekmek, pirinç gibi tahıllı karbonhidratlarla beslenin. Beyaz ekmek ya da pirinç kahverengiye oranla daha fazla kalori içerdiğinden daha fazla kilo almanıza neden olur.

19 Gülün
Uzmanlar 15 dakika gülmenin 40 kalori yaktığını söylüyor. Bol bol kahkaha atın.

20 Protein önemli
Yüksek protein içeren Atkins türü diyetlerde protein size daha çok tokluk hissi verir. Günde yüzde 20 mg.daha fazla protein alırsanız kiloları daha hızlı yakmaya başlarsınız.

21 Düzenli uyuyun
Araştırmalar düzensiz uyuyanlarda iştahı kontrol eden hormonlarında bir bozukluk olduğunu gösteriyor. Eğer uykusuz bir gece geçirirseniz ertesi gün daha fazla yemek yemek istersiniz. Geceleri düzenli uyumaya özen gösterin.

22 Katı değil sıvı
Katı yağlardan uzak durun bunun yerine zeytinyağını tercih edin, kolestrol bakımından çok yüksek değerlere sahip olan katı yağlar kalbe özellikle çok zararlıdır. Ama zeytinyağının da yüksek kaloriye sahip olduğunu unutmayın.

23 Yerken televizyonu kapatın
Televizyon karşısında otururken mutlaka bir şeyler atıştırmak isteriz, eğer böyle bir huyunuz varsa televizyon karşısında yemek yemeyin.

24 Süt ürünlerini tüketin
Her gün bol bol peynir, yoğurt ya da diğer süt ürünlerini tüketin, araştırmalar bu ürünlerin kilo vermenize ve yağ yakmanıza yardımcı olduğunu gösteriyor. Bu ürünleri tüketirken yağsız olanları almaya özen gösterin.

25 Strese hayır
'Eat Fat, Get Thin' kitabının yazarı Barry Groves'a göre stresliyken kandaki hormonlarınız sayesinde vücudunuz çok daha fazla yağ depolar. Yerken ve yedikten sonra sakinleşmeye özen gösterin.

26 Küçük tabaklarda yiyin
Öğünlerinizi küçük tabaklarda yiyin. Uzmanlara göre küçük tabaklarda yemek yediğiniz zaman doyma hissine daha kolay ulaşıyorsunuz.

27 Yemeğin rengi önemli
Neden hiç restoran zincirlerinin logolarında sarı rengi tercih ettiklerini düşünmüş müydünüz? Çünkü sarı renk iştah açma özelliğine sahip. Eğer mutfak duvarlarınız sarı renge boyalıysa bu sizin beslenme tarzınızda da etkili demektir. Mutfak duvarlarınızı maviye boyayın ve yemek tabaklarınızı mavi renkte seçin. Mavi beyine iştah kapatıcı sinyaller gönderir.

28 Kahvenizi değiştirin
Cappucino gibi bir kahve yerine sade kahve için. Çünkü arada 300 kalori var.

29 Çikolatadan keyif alın
Çikolatakoliklere müjde! Uzmanlar tüketilen çikolatanın antioksidan özelliklere sahip olmasının kalbe çok faydalı olduğuna dikkat çekiyor. Sütlü çikolata yerine bitter çikolatayı tercih edin. Bitter çikolatalar düşük yağ oranına sahipti.

30 İki bisküvi az yiyin
Amerikalı bilim adamlarına göre yaşlandıkça yılda ortalama 1 kilo alıyoruz. Eğer diyetinizden iki bisküviye eş değer 100 kaloriyi eksiltirseniz kilo almanın önüne geçersiniz.

31 Yeşil çay için
Eğer çay içmeyi seviyorsanız siyah çay yerine yeşil çay için. Metabolizmanızın çalışmasını hızlandıran yeşil çay, aynı zamanda idrar söktürücü özelliğe de sahiptir.

32 Fıstık ezmesi daha sağlıklı
Bir dilim tost ekmeği üzerine tereyağ yerine 10 gr fıstık ezmesi sürüp yediğinizde 4 gr daha az doymuş yağ tüketmiş olacaksınız. Bu da 12 kalori daha az almış olduğunuz anlamına geliyor. Ayrıca fıstık ezmesi yediğinizde kalbe faydalı olan mineral potasyumdan 70 gr. daha fazla almış olacaksınız.

33 Klimayı düşürün
Araştırmalar yüksek ısıda çalışan klimalı evler ya da işyerlerinde kalori yakmanın daha az olduğuna dikkat çekiyor.

34 Yerken kendinizi izleyin
Yemek masanızın karşısına bir ayna koyun. Amerikalı beslenme uzmanları ayna karşısında yemek yiyenlerin yemeyenlere oranla yüzde 32 daha az yağlı yiyecekleri tercih ettiğini ortaya koyuyor.

35 Klasik müzik dinleyin
Yemek yerken klasik müzik dinleyin klasik müzik yemek yeme oranınızı düşürür. Yavaş yavaş yediğinizde beyniniz midenize doyduğu sinyalini daha çabuk gönderir.

36 Gece karbonhidrat yemeyin
Geceleri metabolizmanızın yavaşladığını ve vücudunuzun daha çok yağ depoladığını biliyorsunuz. Geceleri açlık hissettiğinizde karbonhidratlı gıdalar yerine meyve suyu veya meyve tercih edin.

37 Yulaf yiyin
Müsli yerine yulaf lapasını tercih edin. Yulaf lapası sizi çok daha fazla tok tutar.

38 Atıştırın
Eğer akşam yemeğe çıkacaksanız yemeğe çıkmadan bir saat önce bir kase yoğurt yiyerek gidin. Bu sayede açlık hissiniz azalır ve enerji seviyenizi yüksekte tutar.

39 Ana öğün yeter
Yemeklerde ana öğünlerde doyun ki tatlıya yer kalmasın. Bol kalorili bir tatlı yerine ana yemeğinizle sofradan kalkın.

40 Partner desteği şart
Pittsburgh Üniversitesi uzmanlarının yaptığı bir araştırmaya göre bir arkadaşı ya da eşiyle birlikte zayıflayanların tek zayıflayanlara oranla yüzde 95 daha başarılı olduğunu gösteriyor.
Unutmiyalim vücudumuz bizim ruhumuzu uzun bir zaman tasiyan tek vasitadir.Onu korumakla yasam düzenimizi en güzel düzeylere cikarabiliriz.
Kalin saglicakla nice Pazarlara.

H.A.E.

Cumartesi, Aralık 23, 2006

SARA NÖBETI..


Bazı müzikler sara nöbetini tetikliyor.


Depresyonda hızlı ritimli müziğin olumlu etkisi olabileceği belirtiliyor
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erdal Işık, Tuna Valsi, Beşinci Senfoni ve İbrahim Tatlıses'in bazı türkülerinin sara nöbetlerini tetiklediğini belirtti.

Prof. Dr. Işık, bazı müziklerin sara nöbetini tetiklemesinin beynin dominant olmayan yarımküresiyle ilişkili olduğunun ileri sürüldüğünü söyledi.

Dostoyevski'nin sara nöbetlerinde olduğu gibi nöbet öncesi kısa süreli ve kişiye zevk veren haberci dönemlerinin izlenebilmesi, bu nöbetlerde beynin yan ve duygularla ilişkili limbik sisteminde de rolü olabileceğini düşündürdüğünü belirten Işık, beyin işlevini ortaya koyan çalışmalarda ise ses, ritim, melodi ve armoninin müzik kulağının beynin sağ yarımküresiyle ilişkili olduğunu dile getirdi.

Sesin şiddetindeki değişmelerin ya da müzikle öğrenme ve düşünceleri müzikle
harekete geçirme gibi düşünce kalıplarının beynin sol yarımküresiyle ilişkili
olduğunu belirten Işık, depresyonda da hızlı ritimli müzik parçalarının olumlu rol oynayabileceğini söyledi.

Kişiyi dış dünyaya bağlayan araç

Işık, müziğin bulimia ve anorekside yiyecek saplantısının yerine konabileceğini, diğer kişilerde ise iletişim kurma ve uğraşı tedavisinde, bunama olan kişilerde de kişiyi dış dünyaya bağlayan bir aracı olarak kullanılabileceğini açıkladı.

Türk müziği makamları

Tedavide hastanın akli ve psişik güçlerini artırmanın, mücadele için cesaret
vermenin ve sevdiği insanlarla biraraya getirip en iyi müziği dinletmenin
gerekli olduğunu belirten Işık, Türk müziğinin de çeşitli etkileri olduğunu
belirtti.

Işık, hicaz makamının alçak gönüllülük verici, rast ve mahur makamının neşe
ve huzur verici, hüseyni makamının sükunet ve rahatlık verici, saba makamının
cesaret ve kuvvet verici, uşşak makamının gülümsetici ve acemaşiran
makamının ise gevşetici olduğunu kaydetti.

Müzikle terapinin tedavi girişimlerinin sınırlı olan psikiyatrik hastalıklarda yardımcı bir tedavi yaklaşımı olarak ele alınabildiğini belirten Işık, ancak tek başına iyileştirici bir yöntem olarak düşünmenin doğru olmadığını söyledi.
Kaynak.CNN Türk

H.A.E.

Cuma, Aralık 22, 2006

EN BÜYÜK HAZINEMIZ...


Manevi değerlerimizi cocuklarimiza nasil öğretebiliriz...

Cevremizde karsilastigimiz, gördüklerimiz; Manevi degerlerimizin yavas yavas kayboldugunu gösteriyor.Birbirimize yardim etmek,sahsiyetleri önemsemek,nezaket, karsilikli sorumluluklar bir yerde anlamsiz kelimeler olmaya dogru gidiyor.
Bizlerin birer hazineleri cocuklarimiza yalanin kötü bir sey oldugunu.Tesekkür etmeyi.Bir sey degil gibi söylevleri nasil ögretecegiz.Ilerde bu cocuklarin birer yetisken olacagini,o zamanda karsilasacaklari zorluklari bu günden bilincimizin altina yatirmamiz gerektigine inaniyorum.Ilerde onlarin önlerine cikacak zorluklarin bir yerde sorumlusu olabiliriz.
Bazen istemiyerek yaptiklari hatalari baskalarinin üzerinden bizlere anlatmalari karsisinda
nasil bir tepki vermemiz gerekiyor.Acaba bu hazinelerimizin bu masun yalanlari ilerde onlarin karekteri oldugu bakisinami kapilacagiz.
Çocukların bazen bizlerin istekleri dogrultusu disinda istedikleri gibi davranmamaları, onların yaptiklari birer suçlu olduklarını göstermez. Çünkü bu hazinelerimiz bir değer sisteminin içinde büyümeli ve ebeveynlerinin olaylara yaklaşım biçimlerinden kendi tecrübelerini edinmeli.Bir yerde yalan söyleyerek karşılarındaki büyüklerinin düşünce cenberine girmeye çalışırlar ve ne yazık ki küçük çocuklar tüm büyüklerin kendileri gibi düşündüklerini sanırlar.Dördüncü yaşlarindan sonra büyüklerinden farklı düşünceler geliştirirler. Uzmanlara göre; bilinç bu yaşta oluşmaya başlıyor. Bundan dolayı çocukların ilk yalanlarının bu 'roller oyunu'nun dönemine denk gelmesi bir tesadüf değil. Bu dönemde sadece başkalarının düşüncelerini benimsemekle kalmayıp aynı zamanda onların kişiliğine de bürünmeye çalışıyorlar.Ebeveynler - çocuk dünyasında günlük olarak yaşananları daha sonra oyuncak ayılar, bebekler veya komşunun köpeği ile tekrar canlandırıyor ve bu yaşta uçsuz bucaksız bir hayal dünyasına sahip oluyorlar.

Cocuklarimizda en önemli nokta kendilerini güvende hissetmeleridir.Onlari bastan itibaren elestiren,daha o günlerde tam olarak manevi degerlerin ne oldugunu kavriyamiyan cocuklarimiza ögretme cabamiza ihtiyaclari yoktur.Bunu sosyal düsünce ve davranis bicimini kendileri yukardaki belirttigimiz güvenle elde edebilirler.
Onlara verebilecegimiz en büyük güvence onlari olduklari gibi sevdigimizi belirtmemizdir.Yaptiklari yanlislari hisseden cocuklar bu durumun tenkitleri karsisinda iclerine kapanir.Ileriki zaman diliminde kendisine ulasilmasi cok daha zor bir durum alir.Tabii ki herseyi kabullenecegimiz ve yaptiklarinin her seyi kabul etmek zorunda oldugumuz hissinede kapilmamalidir.

Tepkilerimizi nasil göstermeliyiz..


Ebevenyler çocuklarına, yanlış bir şey yaptıklarında mutlaka uygun bir dille söylemeliler. Ancak yolunda gitmeyen şeyler için büyük hayalkırıklıkları yaşamak için henüz erken. Anne - babaların, çocuklarının davranışlarının bir suç değil de, bir gelişme safhası olduğunu bilmeleri onları rahatlatır. Her çocuk doğru davranmak ister. Hiçbir şey onun için anne - babası tarafından kabul görmek kadar önemli değildir. Tüm davranışlarını onları mutlu etmeye ve takdir almaya odaklar. Tabii buna karşılık onların hoşuna gitmeyecek her türlü eylemi de sakınır. Elbette bunların terbiyeli olmakla hiç ilgisi yok. Çünkü bu yaştaki çocukların davranışlarında henüz bir anlam mevcut değildir.
Gelişim döneminin onlara getirdikleri çerçevesinde hareket ederler. Dünyaya karşı sınırsız bir merak içinde, elleri ile onu tanımak, ağızları ile onu kavramak isterler. İstenmeyen bir davranışın sonucunda gelen bir şaplağa veya başka bir cezaya karşı çocukta, davranışları ile annesinin elini bağdaştıran bir korku gelişir. Sonuç olarak, çocuk istenildiği gibi davranır! Ama onu anlayışla karşıladığınızı ve davranışını anladığınızı bu şekilde öğretemezsiniz.


Büyüklerini örnek alırlar


İlk etapta anne - babanın oluşturduğu örnek, çocukların duygu ve düşüncelerini geliştiriyor. Otobüste giderken engelli bir kadının bindiğini görüp sizden yer istemediği halde yerinizden kalkıyorsanız, kişiliğinizi ortaya koymuş olursunuz. Bu davranış çocuğunuzun ileride yaşam biçimini belirlemesinde yardımcı olur. Elbette onun örnek alacağı tek insan siz değilsiniz, ama ilk yıllarında en önemli kişi siz olacaksınız. Düşünceleriniz ve davranışlarınız çocuğunuz tarafından özümsenir ve onda gelişir. Burada önemli olan ne kadar mükemmel olduğunuz değil, çocuğunuzun sizi gördüğü dünyada ne kadar dürüst ve tutarlı olduğunuzdur. İşte bu da onun görüp daha sonra benimseyeceği temel davranış biçimidir.

En iyi kriter sizsiziniz

İlk yıllarda, düşündükleriniz ve hissettikleriniz çocuklarınız için yol gösterici olacaktır. Çocukların çok hassas antenlere sahip olduklarını unutmayın: Söylediklerinizle, demek istedikleriniz uyuşmadığında bunu kolayca anlayabilirler.

Çocuğunuzu toz pembe bir gözlükle görmeye çalışın. Onun güzel yanlarına odaklanın, yolunda gitmeyen davranışlarını görmemeye çalışın. Sık sık ona, onu olduğu gibi sevdiğinizi ve kabul ettiğinizi gösterin. Manevi değerlerin temelini oluşturmak için, ona ilk yaşam yıllarında anlayış ve güven gösterin ve onu sınırsız sevin.

Ona yetişkinlerin değerler sistemine alışabilmesi için zaman tanıyın. Çocuğunuzu sevdiğiniz ve dikkate aldığınız takdirde sizin davranışınızı örnek alacaktır. Onu döverek veya başka türlü cezalar uygulayarak ancak tam tersini elde edebilirsiniz.

Önemli olan, manevi değerleri günlük yaşamınızda uygulamanız. Bir çocuk, ailesinde kimsenin diğerinin sözünü bölmediğini ve yanlış davranışların alay konusu olmayacağını görürse bu yaklaşımı benimser.

Büyüdükçe çocuklar arkadaşlarından ve televizyondan da etkilenmeye başlar. Öğrendiği bazı davranış şekilleri sizin vermek istediklerinizle örtüşmeyecektir. Bundan dolayı bu tarz faktörlerin etkilerini azaltmaya çalışın.

H.A.E

Perşembe, Aralık 21, 2006

YORGUNLUK...


Kronik yorgunluk sendromunu tanıyalım

Özellikle eğitimli, gelir seviyesi yüksek, çalışan kesimde ve beyaz ırkta daha sık görülüyor.


Kronik yorgunluk sendromunu yaklaşık % 70 oranında kadınları ve özellikle 30-50 yaş grubunu etkiliyor...


Güven Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları ünitesinin verdiği bilgiler çerçevesinde; Kronik yorgunluk sendromu çok yaygın bir sağlık sorunu olmasa da bir çok kişiyi etkiliyor. Hastalık, henüz çok iyi tanınmayan, bu sebeple de çoğu kez tanısı konulamayan ve gözden kaçan bir problem. Bununla birlikte Avrupa ülkelerinde ve Amerika’da uzun yıllardır bilinen kronik yorgunluk sendromu, son yıllarda Türkiye’de de tanınmaya başlandı.
Kronik yorgunluk sendromu nedeni ve başlangıç tarihi tam olarak bilinmeyen ancak çok da uzun süreli olmayan bir yorgunluğun en az 6 ay veya daha uzun bir süre devam etmesiyle ortaya çıkan bir durum olarak tanımlanır. Kronik yorgunluk sendromu tanısı koymak için tıbbi hikaye, fizik muayene, ruhsal durumun ve laboratuar bulgularının değerlendirilmesi gerekir.

HASTALIĞIN TANISI
Kronik yorgunluk sendromu tanısı için aşağıdaki iki kriterin olması gerekmekir:
Klinik olarak değerlendirilmiş, tanımlanamayan devamlı veya tekrarlayan yorgunluğun yeni veya bilinen bir zamanda başlaması (örneğin yaşam boyunca olmaması), devam eden bir hareketlilik sonucu olmaması, esas olarak dinlenmekle hafiflememesi ve mevcut iş, eğitim, sosyal ve özel yaşam aktivitelerinde belirgin azalmaya yol açması, kronik yorgunluk sendromunu akla getirir.
Aynı zamanda aşağıdaki semptomlardan 4 veya daha fazlasının bulunması ve bunların ardışık 6 ay veya daha uzun süre boyunca devam etmesi ve yorgunluktan daha önce başlamaması gerekir.
1. Kısa süreli bellekte veya konsantrasyonda önemli bozulma
2. Boğaz ağrısı
3. Lenf bezlerinde hassasiyet
4. Kas ağrısı
5. Çeşitli eklemlerde kızarıklık veya şişlik olmaksızın ağrı olması
6. Yeni oluşan, şekil değiştiren veya ciddileşen baş ağrısı
7. Sabah uyanınca kendine gelememe (uykulu olma halinin devam etmesi)
8. Yapılan bir iş sonrası 24 saatten fazla sürede geçen kırıklık

Bu esas semptomların yanı sıra karın ağrısı, alkol intoleransı, şişkinlik, göğüs ağrısı, kronik öksürük, diare, sersemlik, ağız ve göz kuruluğu, kulak ağrısı, çarpıntı, çene ağrısı, sabah katılığı, bulantı, gece terlemesi, psikolojik problemler (depresyon, sinirlilik, anksiyete, panik atak), nefes darlığı, deri duyarlılığı, karıncalanma hissi ve kilo kaybı gibi semptomların varlığı da ifade edilir.

Kronik yorgunluk sendromunun olası nedenleri 5 başlık altında toplanır:
1. İnfeksiyöz ajanlar (özellikle bazı virüsler suçlanmıştır)
2. İmmunolojik nedenler (bağışıklık sistemi ile ilgili)
3. Hormonal nedenler (hipotalamus-hipofiz-adrenal döngü ile ilgili)
4. Nöral nedenli hipotansiyon
5. Beslenme bozukluğu

Stres yaşamın bir parçasıdır. Ancak kontrol edilemeyen stres başka hastalıkların yanı sıra kronik yorgunluk sendromunun da en önemli nedeni olarak görülür. Bunun yanısıra diğer nedenlerin de etken olabileceğine dair yayınlar bulunuyor ancak beslenme bozukluğunun tek başına bir neden olmayacağı fakat dengeli bir beslenmenin uygulanması gerektiği düşünülüyor.
Kronik yorgunluk sendromu tanısını koyduracak özel bir test yok. Yorgunluk sebebi olabilecek diğer klinik durumlar dışlandıktan sonra tanı konulur. Özellikle depresyonla kronik yorgunluk sendromunun karıştırılmaması gerekir. Bununla birlikte hastalarda zamanla ruhsal bozukluklar ve özellikle depresyon oluşabilir. Ancak bu depresyonu olan herkeste kronik yorgunluk sendromu var anlamına gelmez.

KRONİK YORGUNLUKLA BAŞETMEK
Öncelikle stresi kontrol etmeyi bilmeliyiz. Herkesin bir stres eşiği vardır ve bu eşiği aşmamak gerekir. Düzenli hayat tarzı, hafif fiziksel egzersizler, sağlıklı beslenmek ve ideal kiloyu korumak da kronik yorgunluk sendromu ve benzeri rahatsızlıklardan korunmak için uygulanması gereken temel kurallardır. Ayrıca uyku ritmine dikkat etmek gereklir. Rahat bir uyku için yatağa girmeden önce günlük bütün stres nedenlerinizi aklınızdan uzaklaştırmak, hoşa giden konuları düşünmek veya hoşlandığınız bir filmi seyretmek, düzenli bir uykuyu sağlayabilir. Alkol ve sigarayı azaltmak da yorgunluktan kurtulmada en önemli etkenlerden birisidir.
Mümkünse iş yoğunluğunu azaltmak, sorumlulukları paylaşmak veya kısa süreli iş ortamından uzaklaşmak faydalı olabilir. Hatta iş yerinde küçük fiziksel değişikliklerin bile faydası olabilir. Yoga ve meditasyonun da yararlı olduğu ifade ediliyor. Ayrıca mutlaka doktor kontrolünde olmak kaydıyla belirli süre için vitamin ve mineral takviyesi önerilir.

H.A.E.

Çarşamba, Aralık 20, 2006

MIGREN..



Migren nedir, nasıl başa çıkılır?

Migren, tüm dünyada hem kadınlarda hem de erkeklerde görülen, sık rastlanan ve ağrılı bir hastalık.


Bulantı, kusma, ışığa ve sese aşırı duyarlılık gibi belirtileri olan bu hastalık, migrenli kişi ve ailesi için genellikle çok sıkıntı verir. Migren, ataklar sırasında kişinin tüm faaliyetlerini tamamen durdurabileceği gibi, ataklar arasındaki dönemde de yaşam kalitesini azaltabilir.

Halk arasında yarım baş ağrısı diye bilinen ve soğuk bir terleme ile birlikte gelip, başın ve yüzün yarısını kaplayan özel bir baş ağrısıdır. Ağrılar bazen dayanılmayacak kadar şiddetli olur. Birkaç dakika sürebileceği gibi saatlerce hatta günlerce devam eder. migren, herhangi bir hastalığın belirtisi olabildiği gibi, belirli bir neden olmadan da görülebilir. İrsi olanlar da vardır. Başın yarısında zonklamalar, bulantı ve bazen kusma görülür. Gözünün önünde siyah benekler, bulanık lekeler, uçuşur. Bazı kimseler, konuşmakta da zorluk çekerler. Ağrı geldiği zaman, karanlık bir odada sırt üstü yatmak oldukça etkilidir. Ayrıca, hazımsızlığı önlemek, haftada iki kere ılık banyo yapmak, sebze yemek ve kahve, çay, sigara, içki, gibi zararlı şeyleri terk etmek gerekir.


Migren

Başağrısı toplumun büyük kesiminde görülebilen ve insanların büyük çoğunluğunun hayatlarının değişik dönemlerinde karşılaştığı ve çare aradığı bir problemdir. Başağrılı insanları en çok endişelendiren şey bu ağrıya sebep olabilecek faktörler ve özellikle beyin tümörü korkusudur. Başağrılı insanlar sıklıkla "beynimde bir tümör mü var?" korkusuna kapılırlar. Ancak başağrısı nadiren ciddi bir hastalığın özellikle beyin tümörünün haberci belirtisi olarak ortaya çıkar. Bir belirtiler topluluğu şeklinde görülen migrende çoğu kez özellikleri olan bir başağrısı vardır. Kişiyi en fazla rahatsız eden bir özellik olduğu için migren çok şiddetli başağrısının diğer bir ismi olarak algılanmaktadır. Migrenli kişileri en fazla rahatsız eden ve bazı günlük işlerini ve görevlerini aksatabilen veya tam engelleyen temel özellik başağrısıdır. Bu bakımdan migren en basit şekilde tekrarlayıcı bir başağrısı olarak tanımlanabilir.

Migren Başağrısının Özellikleri

Migrenli kişilerin büyük çoğunluğunda başağrısı en azından atağın (krizin) başlangıcında başın bir tarafından başlar. Daha sonraları bir kısım hastada her iki tarafı tutar. Bu özelliği sebebi ile yarım başağrısı olarak da bilinir.
Zonklayıcıdır, giderek şiddetlenir ve genişler, kafa yarısını veya tamamını etkiler. Ağrının şiddeti ve süresi değişkendir. Çok şiddetli olabileceği gibi orta veya hafif şiddette olabilir.
Migren atakları bazı hastalarda haftada birkaç kez olurken diğer bir kısım hastada çok seyrek olabilir. Ancak genel bir ortalama ayda 2-3 atak şeklindedir.
Beraberinde bulantı veya bulantı ile birlikte kusma, ışık ve gürültüden, sesten rahatsız olma vardır. Normal ışık ve sesler çok rahatsız edici olabilir. Bu yüzden bir kısım hastalar karanlık ve sessiz bir odada yatmayı tercih ederler.
Migren nedir? Migren sırasında neler olmaktadır? Sebebi nedir?
Hemen söylemek gerekir ki migren tehlikeli bir hastalık değildir. Kişiyi sakat bırakabilen veya ölüme yol açan bir hastalık hiç değildir.
Migren başağrısının bir diğer ismide vasküler yani damarsal başağrısıdır. Günümüzde migreni başlatan faktörün kesin olarak ne olduğu bilinmemektedir. Sebep belli değildir. Beyindeki bazı kimyasal maddelerin bu işte önemli rol aldığı kabul edilmektedir. Bir kısım kimyasal maddelerin azalması veya etkilerinin gücünde azalma başka kimyasal maddelerde etki artımına sebep olabilir. Bu kimyasal maddelerden özellikle serotonin isimli madde önemli olup damarlar üzerindeki etkide önemli görevi vardır.
Migrenin başlamasına sebep olabilen başlıca faktörler; stres, hormonal değişiklikler, diyet faktörleri, uyku düzeni, iklimsel değişiklikler ve kişisel bazı alışkanlıklardır.

Stres ve Duygular: Emosyonel olaylar migrenin başlamasında önemli role sahiptirler.
Hormonal Değişiklikler: Migrenli kadınların yaklaşık %70'inde ataklar adet döneminde sıklaşır ve şiddetleri artar. Bazı kadınlarda ise migren krizleri sadece adet dönemlerinde olur. Bir kısım kadın hasta özellikle menstrüasyon sırasında olan ağrılarının daha şiddetli olduğunu ifade ederler.
Diyet Faktörleri ve Bazı İlaçlar: Yiyecek ve içeceklerde bulunan bazı maddeler damarlar üzerine direkt etki ederek onları genişletir ve böylece migreni başlatabilirken bir kısım maddeler de daha ziyade dolaylı yoldan etki ederek bazı refleks yollar ile ağrıyı başlatabilirler. Mesela alkol direkt etki ederken kafein ve nikotin gibi maddeler dolaylı yoldan etki etmektedir.
Uyku: Fazla uyku ve uykusuzluk migren krizini başlatabilir.
İklim Değişiklikleri: Bazı migren hastaları iklim ve hava değişikliklerinden etkilenebilirler.
Kişisel Alışkanlıklar, Kokular vs: Sigara migreni provoke edebilir. Bazı ağır kokular migreni provoke edebilir, bu durumlardan kaçınılmalıdır.

Migrenin Seyri
Migren genellikle 16-35 yaş arası başlar. 50 yaş civarında sıklığı azalır. Kadınlarda erkeklere göre daha sık görülmektedir. Migren tanısı mutlaka ilgili uzman hekim tarafından konur. Başağrısına sebep olabilecek birçok neden olabileceği ve bunların bir kısmının tehlikeli olabileceği unutulmamalıdır. Teşhis için mutlaka konunun uzmanına başvurulmalıdır. Unutulmamalıdır ki migren tedavisi olan bir hastalıktır.

Migreni Önleyici Yöntem ve Tedaviler

Bu bölümde migren baş ağrısını önlemek için günlük yaşamda uygulanabilecek yöntemler yer almakta. Ancak unutulmamalıdır ki bu yöntemlerin bir kısmı bu konuyla profesyonel olarak ilgilenen kişilerden destek alınarak yapılmalıdır.

Yaşam tarzının düzenli olması
Düzenli uyumak
Düzenli yemek yemek
Bilinen tetikleyicilerden uzak durmak (kafein, eski peynir, et koruyucuları, monosodyum glutamat, salamura ürünler, çerez)
Düzenli aerobik egzersiz yapmak
Duygusal stresi azaltmak
Stresli durumlardan kurtulmak için ileriye yönelik plan yapmak
Biofeedback'i öğrenmek
Meditasyon
Boş zamanlar, hobiler, sosyal aktiviteleri artırmak
Gevşeme tekniklerini öğrenmek
Bireysel/aile psikoterapisi desteği almak
Çevresel etkenlerden kaçınmak
Güneş gözlüğü takın
Dumanlı, kokulu, gürültülü ortamlardan uzak durun
Vücut duruşunuzun düzgün olmasına dikkat edin
Fiziksel teknikler
Isı/buz/ultrasonografi/TENS
Masaj/servikal traksiyon
Boyun kasları için germe ve güçlendirme egzersizleri
Tetik noktası germesi, baskısı ve/veya enjeksiyonu
Osteopatik manipulasyon
Alternatif terapiler
Akupunktur
Akupresör
Terapötik dokunma
Aromaterapi (nane, yeşil elma)
Bölgesek uygulanan merhemler
Bitkiler
Vitaminler (Riboflavin 400 mg/gün, magnezyum)
H.A.E

Salı, Aralık 19, 2006

Aspirin tehlikeli de olabilir...


Aspirinle gelen ‘reye sendromu’ riski


Grip, soğuk algınlığı gibi viral enfeksiyonlar nedeniyle aspirin kullanan çocuk ve gençlerde görülen “Reye sendromu” erken teşhis ve tedavi edilmediğinde ölüme neden olabiliyor.


29 Aralık 2004 — İstanbul Üniversitesi (İÜ) Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, 16 yaşından küçük olan çocuklara grip veya ateşli başka bir virüs enfeksiyonu geçirdiklerinde aspirin yerine, parasetamol etken maddeli ağrı kesici-ateş düşürücü ilaç verilmesi gerektiğini vurguladı.


Prof. Dr. Küçükusta, “Reye Sendromu, en çok grip nedeniyle aspirin ve diğer salisilat içeren ağrı kesici-ateş düşürücü ilaçları alanlarda ortaya çıkar” diyerek, vücudun birçok organını ilgilendirse de, karaciğerde yağ birikimi ve beyin içi basınçta aşırı yükselmenin “Reye Sendromu”nun temel özelliklerinden olduğuna işaret etti. “Reye Sendromu”nun ilk kez 1963 yılında Avustralyalı bir patologolan Dr. Reye tarafından ayrı bir hastalık olarak tanımlandığını anlatan Prof. Dr. Küçükusta, şunları kaydetti: “Hastalığın kesin nedeni tam olarak bilinmemekle beraber, grip, soğuk algınlığı ya da suçiçeği gibi viral enfeksiyonlar nedeniyle aspirin kullanan çocuklarda ve gençlerde, ‘Reye Sendromu’ riski çok yüksektir. Bir araştırmada, ‘Reye Sendromu’ olan çocukların yüzde 90’ının aspirin almış oldukları belirlenmiştir.”

KIŞ AYLARINDA DAHA SIK GÖRÜLÜYOR “Reye Sendromu”na grip salgınlarının daha çok görüldüğü Aralık, Ocak, Şubat gibi kış aylarında daha sık rastlandığına da değinen Prof.Dr. Küçükusta, hastalığın, grip gibi bir ateşli viral enfeksiyondan 1-14 gün sonra 2 aşamalı rahatsızlık olarak ortaya çıktığını, ilk dönemde şiddetli ve sürekli bulantı, kusma ile beraber aşırı yorgunluk, uyku hali, çevreye ilgisizlik gibi beyinle ilgili belirtiler olduğunu, ikinci dönemde ise kişilik değişikliklerinden bilinç bulanıklığı ve komaya kadar giden sinir sistemi belirtileri bulunduğunu bildirdi.

ERKEN DÖNEMDE UYGUN TEDAVİ Prof. Dr. Küçükusta, 2 yaşından küçük çocuklarda kusma yerine ishale daha çok rastlandığını da ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü: “Reye Sendromu’nda ateş normaldir. Belirtilerin süresi ve şiddeti hastadan hastaya değişir. ‘Reye Sendromu’, erken dönemde tanınıp uygun şekilde tedavi edilmediği zaman, ölüm ihtimali çok yüksek olan bir hastalıktır. İstatistiklere göre, geç tanı konanların yüzde 90’ı kaybedilirken, erken tanı ve doğru tedavi alan hastaların yüzde 90’ı hastalığı atlatabilirler. Reye Sendromu’ndan iyileşen çocukların bazıları tamamen düzelir, ama bazılarında zeka geriliği gibi birtakım nörolojik ve psikolojik belirtiler kalabilir. Viral enfeksiyon geçiren ve aspirin de kullanılmış olan bir çocukta, ateş olmaksızın şiddetli kusma ile beraber karaciğer enzimleri yükselmesi varsa ‘Reye Sendromu’ düşünülmelidir.”

YOĞUN BAKIMDA TEDAVİ EDİLMELİ Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, “Reye Sendromu”nun tedavisinin mutlaka yoğun bakım ünitelerinde yapılması gerektiğini de vurgulayarak, bu hastaların ağız yoluyla beslenmesi sakıncalı olduğu için damar yoluyla verilen sıvılarla beslendiklerini, beyin ve kan basıncı ile sıvı ve elektrolit düzeylerinin de sürekli olarak izlendiğini, solunum yetersizliği olan hastalara solunum aletleri ile yapay solunum yaptırıldığını, ayrıca beyin ödemine karşı kortizon da verildiğini dile getirdi.

AİLELERE UYARI İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Küçükusta, aileleri hastalık konusunda uyararak, “16 yaşından küçük olan çocuklara grip veya ateşli başka bir virüs enfeksiyonu geçirdiklerinde kesinlikle aspirin verilmemelidir. Bu çocuklarda kullanılacak ağrı kesici-ateş düşürücü ilaç, parasetamol etken maddeli olmalıdır” dedi.

Zeynep...

Pazartesi, Aralık 18, 2006

Yanıklarda ilkyardım


YANIKLAR
Yanık Nedir?
Isı Yanıkları
Kimyasal Yanıklar
Elektrik Yanıkları
Yanık Nedir?
Isı, ışın, elektrik veya kimyasal maddelere maruz kalma sonucunda deri ve derialtı dokularda meydana gelen bir çeşit yaralanmadır.

Yanıkların değerlendirilmesi : yanıkların şiddetini 5 ETKEN belirler.

1-Derinlik
1. derece yanıklar: Derinin sadece en üst tabakasının zedelendiği yanıklardır. Kızarıklık, gerginlik ve ağrı görülür. Örnek: güneş yanıkları.
2. derece yanıklar: Derinin üst ve değişen oranlarda alt kısmının etkilendiği yanıklardır. Kızarıklık, gerginlik, ağrı ve su toplanması (bül) ile karakterizedir.
3. derece yanıklar: Tüm deriyi kapsayan; derialtı dokularına, derin dokulara ve hatta kemiklere kadar ulaşan yanıklardır. Deri kuru kayış gibi olabilir veya renk değişikliği görülebilir (kömür gibi, beyaz veya kahverengi olabilir ). Şiddetli yanıklarda, yüzeysel sinir uçları ve kan damarları zedeleneceğinden yanık alanda his kaybı olabilir, buna karşın çevredeki daha az yanmış olan doku aşırı ağrılı olabilir.
2- Yüzey miktarı : Dokuzlar kuralı ile belirlenir.
3- Kritik alanların yanması : Eller ayaklar, yüz ve cinsel organlar.
4- Hastanın yaşı : Çok genç veya çok yaşlı olma.
5- Hastanın genel sağlık durumu : Diğer yaralanmalar veya hastalıklar (diabet, kalp, kronik böbrek hastalığı vb gibi).

HAFİF YANIKLAR:
Vücut yüzeyinin,
% 2 sinden az olan 3. derece yanıklardır.
% 15 inden az olan 2. derece yanıklardır.

ORTA ŞİDDETLİ YANIKLAR
Erişkinlerde vücut yüzeyinin,
% 2-10 u arasındaki 3. derece yanıklar (el, ayak, yüz, cinsel organ hariç)
% 15-25 i arasındaki 2. derece yanıklar (el, ayak, yüz, cinsel organ hariç)
% 50-75 i arasındaki 1. derece yanıklar (el, ayak, yüz, cinsel organ hariç)
Çocuklarda vücut yüzeyinin,
% 10-20 si arasındaki 2. derece yanıklar (el, ayak, yüz, cinsel organ hariç)
Bebeklerde, tüm 1. derece yanıklar (el, ayak, yüz, cinsel organ hariç)

ŞİDDETLİ YANIKLAR
Erişkinlerde vücut yüzeyinin,
% 10 undan fazla olan 3. derece yanıklar ve 3. derece el, ayak, yüz, cinsel organ yanıkları.
% 25 inden fazla olan 2. derece yanıklar.
Çocuklarda vücut yüzeyinin % 20 sinden fazla olan 1. derece yanıklar
Bebeklerde, tüm 3. derece yanıklar.

Isı Yanıkları
Yaş ısı (buhar, her türlü kaynayan sıvı -su, yağ) ve kuru ısı (sıcak metaller, ütü, alev, güneş) ile meydana gelirler.

İlkyardım:
Yanma sürecini sona erdirerek daha fazla yaralanmayı önlemek gerekir ; alevi söndürmek, kızgın metali uzaklaştırmak, yaş ısıya maruz kalmış giysileri çıkarmak vb gibi. (DİKKAT: alev yanığında sentetik giysiler deriye yapışmışsa dokunulmaz; kaynar sıvı yanığında eğer olayın üzerinden zaman geçmişse giysiler soğuk suya tutulmadan önce çıkarılmaz aksi halde yapışan deride çıkar)

1. derece yanıklarda
* ASLA yoğurt, salça, diş macunu, zeytinyağı vb. şeyler sürülmez !
* En az 10 dakika soğuk suya tutulur.
* Gerginliği azaltmak üzere yağlı krem veya ağrısını almak ve gerginliği azaltmak üzere yanık merhemi sürülebilir.
* Geniş yanıklarda, kişi kendi içebilecek durumdaysa bol sıvı içirilir.
2. derece yanıklarda tedavi 1. derece yanıklarla aynıdır. İlave olarak; büller ASLA PATLATILMAZ ! Gerekiyorsa hastaneye götürülerek steril koşullarda pansuman yaptırılır. Eğer bül geniş bir alanı kapsıyorsa, üstteki deri ASLA SOYULMAZ ! Eğer patlamışsa, o zaman içindeki sıvı boşaldıktan sonra o kısım antiseptikle silinip üzeri steril gazlı bez ile kapatılıp sargı beziyle sarılır. Zira flaster yanıklı dokuyu zedeleyebilir.
3. derece yanıklarda hastanın mutlaka bir yanık merkezine veya hastaneye götürülmesi gerekir. Hasta bilinçli (kendi içebilecek durumda) ise bol sıvı içirilir. ALKOLLÜ ve ASİTLİ içecekler İÇİRİLMEZ!
* Açık yanık yarası hava ile temas ettiği sürece ağrıya neden olacağından, yaranın hemen hava ile teması kesilmelidir, bunun için yara nemli steril gazlı bez ile kapatılır. Böylece enfeksiyondan da korunmuş olur.

Kızgın madde sıçraması
Kızgın yağ, katran, zift gibi maddeler vücuda sıçradığında, yakıcı etkileri soğuyana kadar devam eder. Bu nedenle bunların sıçradığı kol ya da bacak hemen soğuk su içerisine sokularak uzun süre bekletilmelidir. (Güler, Ç., Bilir, N.; Herkes için İlkyardım. Çevre Sağlığı Temel Kaynak Dizisi No: 18)

YANGINDAN VE YANMAKTAN KURTARMA
Alev nedeniyle yanan kişi ayakta durursa oluşan gazlar ve dumanlar kolaylıkla solunum yollarına gider, saçlar tutuşur. Tutuşan bir kişinin hemen yere yatırılması ve kendi çevresinde yuvarlanması sağlanmadır. Bu yangının sönmesini sağlayacaktır. Alevler çoğu kez bu şekilde ya da kişinin hemen bir battaniye ya da halıya sarılmasıyla söndürülebilir.
Alevler söner sönmez yanan elbiselerin hepsinin hızla çıkartılması gerekir. Çıkartırken sıyırarak çıkartılmamalı gerekirse kesilerek çıkartılmalıdır. Sıyırarak çıkartılmaya çalışırken alttaki yanık doku daha fazla zedelenir ve
zarar görür.
Yanan bölgeye beş dakika içerisinde soğuk su ya da soğuk uygulayarak yanma derecesi ve aşırı ağrı engellenebilir.
Ayrıca geniş ve derin yanıklarda tetanoz aşısı yaptırmakta yarar vardır.

Kimyasal Yanıklar
Kuvvetli asit veya bazlarla meydana gelir. Çoğunlukla endüstri, laboratuar veya fabrikalarda görülür. Sadece kimyasal maddeler değil onların oluşturduğu gazlar ve buharlar da kimyasal yanıklara (özellikle solunum yolunda) neden olurlar. Bu gibi iş yerlerinde normalde gerekli önlemlerin alınmış, kişilerin eğitilmiş olması gerekir. Bu kişilerin yönlendirmeleri ile yardımcı olunması, ilk yardımcının kendisini koruması açısından önemlidir.

İlkyardım:
· Kendinizi korumayı sakın ihmal etmeyin.
· Hastanın kimyasal madde ile teması kesilmelidir. Kimyasal madde;
KURU (TOZ) ise: Toz kimyasal madde, önce bir fırça veya kuru bezle (en doğrusu elektrik süpürgesi ile) iyice vücuttan uzaklaştırılır, ondan sonra bol akan su ile yıkanır. Öncelikle fırçalamanın nedeni: toz halindeki kimyasal madde su ile karşılaştığında aktive olarak ciddi yanıklara yol açmaktadır.
SIVI ise: Hemen etkilenen bölgedeki giysiler çıkarılır ve etkilenen alan basınçlı su ile en az 10 dakika (ağrı dinene kadar) yıkanır.
· Açık yanık yarası oluşmuşsa, hemen steril gazlı bezle kapatılıp hastaneye götürülür.

Elektrik Yanıkları
Elektrik yanıkları, düşük veya yüksek voltajlı akımla temas sonucu meydana gelir :
0.9 - 1 mA etkisizdir
1 -10 mA hafif etkilenme/ağrı
10 -30 mA kol ve/veya bacakta kuvvet azalması
30 -75 mA solunum durması
75mA - 4 A kalp ritminde bozulma veya kalp durması
4 A ve üstü, kalp durması ve ölüm nedeni olabilir.

Ev aletleri yeterince ciddi yanıklara yol açabiliyorsa da, ciddi yanıklar genellikleyüksek voltajın bulunduğu fabrika ve yüksek gerilim hatlarında çalışanlarda görülmektedir.
Elektriğin yanığa neden olabilmesi için, bir noktadan vücuda girip başka bir noktadan çıkması gerekir. Elektrik yanıkları sonucunda 2 önemli tehlike vardır:
Doku hasarı, dıştan görülen kısmın küçüklüğünün tersine iç kısımda (derin dokularda) çok fazla olabilir. Giriş yarası küçük ama çıkış yarası tam tersine çok geniş ve derin olabilir. Yüksek voltajlı elektrik enerjisi kasları ve deriyi, organ amputasyonu gerektirecek ölçüde harap edebilir.
Yanığa ilaveten (birkaç saat sonrasında bile) kalp durabilir. o nedenle yüksek voltajlı akıma kapılmış kişi mutlaka hastaneye götürülmelidir. Akıma kapılmış kişiye DOKUNULMAZ ! Öncelikle akım kesilir, bunun için şalter indirilir veya eski tip sigorta ise tamamen çıkartılır (gevşetilip bırakılmaz!). Eğer sigorta ve şaltere ulaşma olanağı yoksa o zaman, yalıtkan bir madde ile (kuru tahta, lastik, plastik gibi) kişi elektrik kaynağından, ya da elektrik kaynağı (kablo vb ) kişiden uzaklaştırılır. Aksi halde yardım etmek isteyen kişi devreyi tamamlayacağından kendisi de akıma kapılabilir. Elektrik yanıklarının, vücudun tümünün veya bir bölümünün elektrik kaynağı ile toprak arasındaki devreyi tamamlaması sonucu oluştuğu hatırdan çıkarılmamalıdır.
DİKKAT: Akım kesildikten sonra kişiye ilkyardım yapmak üzere dokunmanın hiçbir sakıncası yoktur. Akım kesildikten sonra kişinin size elektrik aktarması (yani sizde de elektrik çarpması olması) söz konusu değildir. O nedenle dokunmaktan korkmayın.

İlkyardım:
ABC değerlendirilir ve devamlılığı sağlanır. Gerekiyorsa TYD sağlanır. Unutmayınız ki elektrik akımına kapılma nedeniyle kalbi durmuş kişileri hemen başlatılan TYD ile hayata döndürme şansı çok yüksektir.
Yanık yaraları varsa kuru steril pansumanla kapatılır.
Olası kırıklar tesbit edilerek atellenir.
Tüm elektrik yanıkları hastanede daha ileri tedavi gerektiren ciddi yaralanmalardır

Zeynep...

Pazar, Aralık 17, 2006

Sıcak ve soğuğa maruz kalmada ilkyardım


SICAĞA VE SOĞUĞA MARUZ KALMA


Normal vücut ısısı 36 - 37 °C dir. Bu ısı, karmaşık mekanizmalarla sabit tutulmaya çalışılır. Normalde, vücudun ısı düzenleyici mekanizmaları iyi çalışır ve organizma (vücut) belirli ısı değişikliklerini oldukça iyi tolere edebilir. Ancak, organizma başa çıkabileceğinden fazla sıcağa maruz kalırsa hastalıklar oluşabilir : sıcak krampları, sıcak bitkinliği ve sıcak çarpması gibi. Ya da tam tersi, başa çıkabileceğinden düşük ısıya maruz kalırsa yine sorunlar ortaya çıkacaktır : kısmi veya tam donma gibi.

SICAK KRAMPLARI :
Aşırı egzersizden sonra, genellikle, bacak kaslarında görülen ağrılı kas spazmlarıdır.

İlkyardım:
* Kişi gölgelik ve/veya serin bir yere alınır,
* Hasta yatırılarak (veya oturtulabilir de) kramp geçene kadar kasları dinlendirilir. Özellikle sporcuların tekrar antremana
başlayabilmeleri için en az 12 saat dinlenmeleri gerekir.
* Su (veya dengeli elektrolit solüsyonu; limonata, ayran vb) içirilebilir. Sıcak krampında vücutta yeterli elektrolit vardır, ancak kramp
nedeniyle dengeli dağılımı engellenmiştir o nedenle bol sıvı içmenin yanı sıra dinlenme çok önemlidir.
* Tedavi edilmezse sıcak bitkinliğine dönüşebilir.

SICAK BİTKİNLİĞİ (yorgunluğu; baygınlığı) :
En sık görülen sıcak acillerindendir. Aşırı terleme nedeniyle, aşırı sıvı-elektrolit (su - tuz) kaybı ortaya çıkar. Bunun sonucunda ise aşağıdaki belirtiler görülür :

- Aşırı terleme sonucu cilt soğuk ve nemlidir,
- Baş dönmesi, bayılma hissi olabilir,
- Nabız hızlı ve zayıftır,
- Vücut ısısı artmıştır, ancak 39°C üstüne çıkmaz.

İlkyardım:
* Kişi serin ve/veya gölgelik bir yere alınır, fazla giysileri çıkartılır,
* Bilinci yerindeyse (kendi içebilecek durumdaysa); su, ayran gibi içecekler içirilir (1 litre kadar). ASLA ALKOLLÜ İÇKİ İÇİRİLMEZ !
* Durumu düzelmiyorsa veya daha kötüleşiyorsa hemen hastaneye götürülür.
* Tedavi edilmezse sıcak çarpması gelişir.

SICAK ÇARPMASI :
Vücut başa çıkabileceğinden çok fazla ısıya maruz kalmışsa, vücut ısısı, hızla, doku hasarına yol açan düzeye yükselir ve ölümle sonuçlanabilir.
Sıcak çarpmasına yol açabilecek sebepler : kapalı-kötü havalanan-nemli ortamlarda aşırı fiziksel aktivite yapmak, sıcak hava dalgaları esnasında havalandırma sistemleri bulunmayan veya havalandırılmayan binalarda yaşamak (özellikle yaşlılar, bebekler, kalp veya kronik hastalığı olan kişiler risk altındadır), sıcak yaz gününde çocukları kilitli arabada bırakmak, aşırı sıcak ve nem ortamı yükselmiş havalarda dışarıda spor veya ağır iş yapmak.
Havadaki nem oranı % 70 in üzerine çıktığında, ortam neme doyduğundan terleme olmayacağı için, vücuttan ısı kaybı gerçekleşemez dolayısıyla vücut ısısı artar, cilt ısıyı atamadığı için sıcak, kuru ve kızarıktır.

Belirtileri :
- Vücut ısısı hızla yükselir, 39° C üzerindedir,
- Cilt kuru, sıcak ve kızarıktır,
- Kişinin çevreye olan ilgisi hızla azalır, bilinç kaybı gelişir,
- Nabız yavaşlar ve zayıftır,( kan basıncı düşer ),

İlkyardım:
* Vücut 39°C’ ye kadar hızla soğutulur, 39°C’ den sonra yavaş soğutulur.
Hızlı soğutmada iki soğutma yöntemi bir arada kullanılır :
1- Vücut ıslak çarşafla sarılır veya normal musluk suyu ile ıslatılır,
2- Varsa vantilatör açılır ya da kapı pencere açılarak cereyan sağlanır.
Yavaş soğutmada bu iki uygulamadan sadece biri kullanılır.
* Bilinci yerindeyse, içecek bir şeyler verilir ( kesinlikle alkolsüz içecek olmalıdır) .
* Kişi hemen soğutma işlemine başlanarak hastaneye götürülmelidir, aksi halde ölümle sonuçlanabilir.

ÖNEMLİ:
* Vücut ısısını düşürmek üzere vücuda doğrudan BUZ UYGULANMAZ !
Ya musluk suyuyla duş aldırılır, ya da vücut musluk suyu ile silinir.
* Yarı yarıya sulandırılmış sirkeli su ile vücudun silinmesi, özellikle çocuklarda ve yetişkinlerdeki ateş yükselmelerinde rahatlıkla kullanılabilecek soğutma yöntemidir.


SOĞUĞA MARUZ KALMA :

Vücudun bir kısmı veya tümü soğuğa maruz kalabilir. 0°C veya altındaki soğuk, nem ve rüzgardan vücut etkilenir. Birkaç saat içinde soğuk yarası denilen yaralar oluşabilir. Soğuğun derecesi ve maruz kalınan süre yaranın şiddetini belirler.

Belirtiler:
- Organda hareket azalması, uyuşukluk,
- Şişme, morarma, ağrı,
- Büller (yanıklarda görülen su toplanması) ve yaralar.

İlkyardım:
* Ilık uygulama yapılır, organ ılık -soğuk arası su olan kaba daldırılır ve alıştıkça biraz daha sıcak su ilave edilerek yavaş yavaş ısıtılır. Ya da giysilerle örtülerle sarılarak ısınması sağlanır. ORGAN DOĞRUDAN SICAĞA TUTULMAZ !!! (Sıcak sobaya tutmak gibi)
* Büller patlatılmaz, yaralar steril kuru pansumanla kapatılır.

DONMA :
Genel olarak vücudun tümüyle soğuğa maruz kalması sonucu oluşur. Dokular, soğuğun etkisiyle yeterince kanlanamadığı, dolayısıyla da beslenemediği için sorunlar ortaya çıkar. Soğuğun şiddeti, maruz kalınan süre, giysi ve beden direncine bağlı olarak değişik belirtiler görülebilir.

Belirtiler:
- Başlangıçta deride pürüzlenme, kılların dikleşmesi, karıncalanma ve sızlamalar,
- Deride solukluk ve soğukluk,
- His kaybı,
- Aşırı bitkinlik, uyuşukluk, uyku hali, uykunun derinleşmesi ve katılaşma olabilir

İlkyardım :
* Donmayı önlemek üzere şeker içeriği fazla, sıcak şeyler yedirilir veya içirilir (çikolata, pekmez, çay, çorba vs).
* Giysiler giydirilir veya üstü kalın örtülerle örtülür; ıslak giysileri kuru giysilerle değiştirilir.
* Kişi uyutulmaz, mümkün olduğunca aktif ya da pasif hareket yaptırılır.
* Kişi ılık bir ortama alınarak, ortam ısısı yavaş yavaş yükseltilir.

ASLA YAPILMAYACAKLAR :

* Donmuş kişi doğrudan sıcak ortama, soba yanına alınmaz
* Karla ovulmaz, istenirse hafif yüzeysel, dairesel masaj yapılabilirse de önerilmez
* Uyutulmaz
* Alkollü içecek verilmez

Zeynep...

Cumartesi, Aralık 16, 2006

Kırık, çıkık ve burkulmalarda ilkyardım


KIRIK - ÇIKIK - BURKULMA

KIRIK : Kemik dokusunun bütünlüğünün bozulmasıdır.

Çeşitleri :
- Kapalı kırık; deri bütünlüğünün bozulmadığı, çevre dokuların çok fazla zarar görmediği kırıklardır.
- Açık kırık; kırık kemik uçlarının görülebildiği, çevre dokuların zarar gördüğü kırıklardır.

Kırıkta belirti ve bulgular :

- Ağrı,
- Morarma, çürük, şişlik
- Şekil bozukluğu (deformite), simetride bozulma,
- Hareket edememe, hareket kısıtlanması.

Kırıkta İlkyardım :
* Kanama varsa kontrol altına alınır, yara varsa kapatılır
* Kırığın çevre dokulara zarar vermemesi için ekstremite (kol veya bacak) desteklenir.

DESTEK (ATEL) : Kırığı tespit etmek ( hareket etmesini önlemek ) amacı ile kullanılan tahta parçası, mukavva, sert karton, yastık üçgen sargı bezi( 1 , 2, 3, 4, 5, 6 , 7, 8 ) gibi malzemelere verilen genel ad.

Desteklerken (Atellerken) Dikkat Edilecek Hususlar :

- Kırık parçalara kesinlikle dokunulmaz veya içeri yerleştirilmeye çalışılmaz
- Kırığın üstünde ve altında yer alan eklemler de desteklenir ( atele dahil edilir; örnek )
- Uçlara doğru (el ve ayaklar vücudun uç noktalarıdır) tüm eklemler desteklenir.

* Şişlik ve ödemi önlemek üzere kol veya bacak yerçekiminden kurtarılır (kol ise kalp seviyesinde tutulur, bacak ise uzatılır).
* Ağrı şiddetli ise ve kişi kendi içebilecek durumdaysa ağrı kesici verilebilir.

ÇIKIK : Eklemi oluşturan kemiklerden birinin yerinden ayrılmasıdır. Ligament ve kapsül yaralanması gibi ciddi sorunlar ortaya çıkabilir. Eklem yüzeyleri birbirinden tamamen ayrılmış kemik uçları değişik pozisyonlarda kilitlenmiş olabilir. Herhangi bir hareket hem çok güçtür hem de ağrılıdır.

Çıkmaya en yatkın eklemler: parmak, omuz, dirsek, kalça, ayak bileği ve çene eklemleridir.

Belirti ve bulgular :
- Şekil bozukluğu,
- Hareketle artan ağrı,
- Morarma, şişlik,
- Hareket kısıtlanması veya kaybı.

Çıkıkta İlkyardım :
* Hareket etmemesi için desteklenir. Desteklerken kıvrılma varsa ve açılmıyorsa zorlanmaz, bulunduğu halde tespit edilir .
* Ağrı kesici verilebilir.
* Hastaneye götürülür.


BURKULMA: Eklemin normal hareket sınırının ötesine bükülmesi ve gerilmesi sonucu, kapsül ve ligamentlerin zedelenmesi veya yırtılmasıdır. Daha ziyade diz, ayak ve el bileğinde meydana gelir.

Bulguları :
- Hassasiyet, şişlik, morluk, ağrı, harekette kısıtlanma.

Burkulmada İlkyardım :
* Ekstremite (kol veya bacak) hareket ettirilmez, dinlendirilir.
* Yükseğe kaldırılır (yerçekiminden kurtarılır) .
* Morarma ve şişliği önlemek üzere soğuk uygulama yapılır. Olayın üzerinden birkaç saat geçmişse, soğuk uygulamanın yararı yoktur, bu durumda şişlik, morluk ve ağrıyı azaltmak üzere sıcak uygulama yapılabilir.

Soğuk uygulama için : buz torbasına veya sağlam bir plastik torbaya buz parçaları konup, havluya ya da bir yastık kılıfına sarıldıktan sonra burkulan kısma yerleştirilir.
Sıcak uygulama için : Derin bir kaba ılık-sıcak arası su konur ve burkulan kısım içinde 15 dakika kadar bekletilir. Günde birkaç kez yapılacak bu uygulama iyileşene kadar tekrarlanabilir. Ya da sıcak su içinde ıslatılmış sıkılmış havlu ile bölge sarılır hemen soğumaması için üzerine naylon örtülebilir.

Zeynep...

Cuma, Aralık 15, 2006

Zehirlenmelerde ilk yardım


ZEHİRLENMELER
Zehirlenme Nedir ?
Sindirim Yolu Zehirlenmeleri
Solunum Yolu Zehirlenmeleri
Deri Yolu Zehirlenmeleri
Zehirlenme Nedir?
Herhangi bir kimyasal, organik veya fiziksel madde vücuda girdikten sonra özelliğine göre yerel veya genel hasar meydana getirerek, ölüme neden olabiliyorsa bu maddeye ZEHİR, olaya ise ZEHİRLENME denir.
Yerel belirtiler:
- Sokulan, ısırılan, temas eden yerde kızarıklık, şişlik, gerginlik, ağrı ve kaşıntı
Genel belirtiler:
- Vücut ısısının yükselmesi (ateş),
- Tüm vücutta kızarıklık, döküntü, kaşıntı,
- Solunum sıkıntısı, hızlı ve zayıf atan nabız,
- Baş ağrısı, kulak çınlaması,
- Halsizlik, kendinden geçme, gelişen bilinç kaybı,
- Şok, ölüm.
Zehir, vücuda bilerek (kasti) veya bilinmeden(kazara), dört yoldan alınabilir:
1-Sindirim, 2-Solunum, 3-Deri ve 4-Kan yoluyla, olmak üzere.


Sindirim Yolu Zehirlenmeleri
Ağız yoluyla alınan her türlü zehir etkisi yapan maddelerle meydana gelirler; bayat besinler, ilaçlar, alkol, korozif (yakıcı, tahriş edici) maddeler ya da alerjik etki yapan maddeler vb.

İlkyardım:
* Eğer zehrin alınması üzerinden henüz 30 dakika geçmemişse, o zaman kusturulur.

KUSTURMAK İÇİN:
- Tercih edilen kişinin kendi parmağı ile küçük dilini dolayısıyla da öğürme refleksini uyararak kusmasını sağlamaktır,
- Sıcağa yakın ılık su içirerek de kusturma sağlanabilir (kişi bardağı kendisi tutarak içmelidir! başkası tarafından içirilmemelidir!).

KUSTURULMAYACAK DURUMLAR:Burası çok önemli
- Asit veya bazik madde (korozif madde) içeren sıvılar içilmişse,
- Petrol ürünleri içilmişse,
- Bilinci kapalı ise.

* Kusturulduktan sonra soğuk veya sıcak olmayan su içirilir, kusturulmayacak durumlarda da yine su içirilir.
* Hastaneye götürülür, özellikle korozif madde içmiş kişilerin mutlaka hastane tedavisine gereksinimleri vardır:
* Ne yapılacağına karar verilemeyen durumlarda mutlaka ZEHİR DANIŞMA MERKEZİ aranmalıdır. Merkez aranmadan önce aşağıdaki bilgiler toplanmalıdır:
- Zehirlenme ne ile meydana geldi, kutu veya prospektüs varsa yanınızda olmalı,
- Kutudaki / şişedeki miktar ne kadar kalmış, daha önce ne kadarmış, çevreye saçılmış mı?
- Zehir ne zaman alınmış, hastanın durumu nasıl?


BESİN ZEHİRLENMELERİ

Bakteri veya bakteri salgıları (toksinleri ) ile oluşan zehirlenmelerdir. Bulantı-kusma, kramp şeklinde karın ağrısı ve ishal (diyare) ile seyrederler. Bunlar:

SALMONELLA:
Kontamine (enfeksiyonla bulaşmış) et, süt ve yumurta ile bulaşır. Yendikten 12-24 saat sonra ani bulantı-kusma, karın ağrısı, ishal ile kendini gösterir.
Tedavi: Herhangi bir tedavisi yoktur. 2-3 günde kendiliğinden geçer. Antibiyotik verilmez.
* Aşırı ishal ve kusmaya bağlı olarak dehidratasyon gelişmişse içecek şeyler verilerek kaybedilen sıvı yerine konur.
* Yemek hazırlanırken kapların temiz olmasına dikkat edilir ve iyi pişirilirse salmonella enfeksiyonu önlenebilir.

STAFİLOKOK:
En sık rastlanan besin zehirlenmesidir. Karbonhidratlı, sütlü ve şekerli yiyeceklerin yenilmesi sonucu görülür. Örneğin: muhallebi, dondurma, mayonez gibi. Yendikten 2-6 saat sonra bulantı-kusma ile kendini gösterir (ishal nadiren görülür).
Tedavi: Herhangi bir tedavisi yoktur. 4-6 saatte kendiliğinden geçer.
Önlenebilmesi için; özellikle sütlü tatlılar ve kaynatılmadan pişirilen yemekler hazırlandıktan sonra uzun süre, fırında veya ısıtma tepsilerinde bekletilmemelidir.

CLOSTRİDİUM PERFRİNGENS:
Büyük miktarda hazırlanan yiyeceklerin oda ısısında, etkisiz buharda bekletilmesi veya yeterince soğuk ortamda muhafaza edilmemesi sonucunda ürer. Veya mikroorganizmanın bulaştığı balıklarla hastalık ortaya çıkar. Yendikten 8-10 saat sonra bulantı, karında kramp şeklinde ağrı ve ishal ile kendini gösterir.
Tedavi: 24 saate kadar kendiliğinden iyileşir.
* Dehidratasyon kontrol altına alınır, hastaya, daha öncede bahsedildiği gibi bol sıvı şeyler içirilir ve bu arada tuz ve elektrolit kaybını yerine koymak için de bir bardak suya bir miktar tuz ve yemek karbonatı konarak içirilir. Ya da bu amaçla kola, tuzlu ayran, meyve suları, maden suyu içirilebilir. Mümkün olduğunca tüm sıvı kaybı bu içeceklerle karşılanmayıp suyla desteklenmelidir.

İYİ YIKANMAMIŞ, YEMEK KAZINTISI KALMIŞ KAPLAR GENELLİKLE BESİN
ZEHİRLENMESİNE YOL AÇAN EN ÖNEMLİ FAKTÖRDÜR.


Cl. BOTULİNUM ( BOTULİSMUS ):
Genelllikle iyi konservelenmemiş yiyeceklerin yenilmesi sonucu görülen en tehlikeli (hatta ölümcül) olan besin zehirlenmesidir. Yenildikten 24 saat sonra belirtiler görülebilir. İshal görülmez, kabızlık (konstipasyon) olabilir. Botulismusta, sinirlerden kaslara giden uyarılar engellenmekte ve bunun sonucunda şiddetli halsizlik, paralizi (kuvvet kaybı) ve ölüm görülebilmektedir.
Belirtileri:
- Ağız ve boğaz kuru ve ağrılıdır,
- Kişi gözlerini odaklamada zorluk çeker (çift görme, bulanık görme olabilir)
- Bitkinlik, yutma ve konuşma güçlüğü
-Halsizlik veya kuvvet kaybı
- Göz hareketlerinde kısıtlılık, göz bebeklerinde genişleme
- Solunum kaslarında paralizi, solunum güçlüğü
- Konuşamama, başın ön kısmında hissedilen baş ağrısı
İlkyardım:
* ABC kontrol edilir ve devamlılığı sağlanır
* Olanak varsa oksijen verilir
* Gerekiyorsa suni solunum yapılır
* Acilen hastaneye götürülmelidir. Mutlaka antitoksin yapılması gerekir.

DEHİDRATASYON: Aşırı kusma ve ishal sonucu, vücuttan fazla miktarda sıvı ve elektrolit kaybı olur. Buna bağlı olarak cilt, dudaklar ve dil kurur. Cildin kuruluğunu anlamak üzere el üzerindeki deri, baş parmak ve işaret parmağı arasında tutulur, bırakıldığında deri hemen eski halini alıyorsa o zaman sorun yoktur, eğer eski halini alma süresi uzuyorsa, o zaman fazla miktarda sıvı kaybı vardır ve hemen tedavi edilmezse hipovolemik şok gelişebilir.

Solunum Yolu Zehirlenmeleri
Tüp gaz, egzoz gazı (karbonmonoksit), duman ve diğer zehirli gazların solunması sonucunda görülür. Özellikle renksiz ve kokusuz zehirli gazlarla meydana gelen zehirlenmelerde kişide görülen belirtilerin saptanması hayat kurtaracaktır.
Belirtileri:
-Baş ağrısı, baş dönmesi, kulak çınlaması, kendinden geçme, bulantı-kusma, deride renk değişimi.
İlkyardım:
* Öncelikle kaynak kapatılır, havalandırma sağlanır, kişi temiz havaya çıkartılır.
* Yüzüne su serpilebilir, kolları açılıp kapatılabilir,
* Gerekiyorsa suni solunum ve kalp masajı yapılır,
* Mutlaka hastaneye götürülür.

Deri Yolu Zehirlenmeleri
Kremler, tozlar, sıvılar ile temas sonucu, ya da ısırma, sokma, enjeksiyon ile meydana gelir. Etkilenme durumuna göre yerel veya genel belirtiler görülebilir.
İlkyardım:
* Etken madde krem veya toz şeklindeyse, bol akan su ile yıkanır; yara varsa üzeri steril gazlı bezle kapatılır.
* Yerel belirtiler giderek yayılıyor ve genel belirtiler görülüyorsa, kişi derhal bir sağlık kuruluşuna götürülür. (Kişide gelişmekte olan alerjik şoka karşı sağlık kuruluşunda semptomatik tedavi uygulanmalıdır, aksi halde kişi kaybedilebilir. Hastaneye götürürken bilinç kapanırsa koma pozisyonu verilir veya ABC nin devamlılığı sağlanır.)

Kedi ve Köpek Isırmaları: KUDUZ tehlikesi vardır. Bu gibi durumlarda ısırılan yer ilk önce bol su ile sabunlanıp köpürtülerek en az 5 dakika yıkanır.
Aşı yaptırılır. Mümkünse hayvan gözetim altında tutulur, eğer 10 gün içinde ölürse aşıya devam edilir, 10 günü geçmesine rağmen hayvan ölmemişse, aşıya gerek yoktur. Hayvan bulunamamışsa, aşı mutlaka yaptırılmalıdır.

Yılan Sokması: İki derin diş izi yılanın zehirli olduğunu gösterir. Bu durumda sokulan yerin altından ve üstünden venöz turnike yapılarak, zehrin dolaşıma katılımı yavaşlatılır. Ağzında yara ve çürük dişi olmayan bir kişi yara yerinden zehri emip tükürebilir. Organ hareketsiz halde ve sarkıtılarak tutulur. Kişi mümkün olduğunca sakin tutulmaya çalışılmalıdır. Hastaneye götürülmelidir ve tetanos aşısı yaptırılmalıdır.
VENÖZ TURNİKE: Enli kumaş veya kravat, yılanın soktuğu yerin hemen altından ve üstünden bağlanır. Ancak dolaşım engellenmeyecek şekilde bağlanmalıdır. Bunun için bacakta ise ayak, kolda ise el parmaklarına bakılır morarma varsa, hemen gevşetilir.

Akrep Sokması: Sokulan yere amonyak veya su ile bulamaç yapılmış yemek karbonatı sürülebilir. Venöz turnike uygulanabilir. Hastaneye götürülmelidir.

Arı Sokması: Sabunlu su ile yıkanabilir veya antiseptik ile silinebilir. İğne çıkarılabilecek durumdaysa cımbızla çıkarılır aksi halde, zorlanmaz.
Yerel belirtiler genel belirtilere dönüşüyorsa, vakit kaybedilmeden hastaneye götürülmelidir.

Deniz Kestanesi Batması: Bu durumda organ (genelde ayak), yanmayacak şekilde dayanabileceği kadar (45° C) sıcak su içine daldırılarak, 20-30 dakika (ağrı dininceye) kadar bekletilir. Sıcak dikeni eritir.
Denizanası Teması: Denizanası ve deniz şakayıklarının nematokist denilen vantuzlarındaki çengellerle cilde tutunurlar, bunların zarar verilmeden uzaklaştırılması için: önce alkol (ya da sirke veya deniz suyu) ile yıkanır, sonra üzerine pudra ekilir, varsa çiğ et konarak yumuşatılır ve bıçağın tersi veya tahta çubukla deriden sıyrılır. Ya da o kısım doğrudan musluk suyu ile yıkanabilir; tatlı su vantuzları patlatacağından kişi rahatlayacaktır.
DİKKATİNİZE:Yurt dışında böcek sokmaları nedeniyle anaflaktik şok dediğimiz alerjinin ağır seyrettiği kişilerde bu seyri hafifletmek üzere yanlarında taşıyabilecekleri alerji kutusu (kiti, seti) vardır. Hekim tarafından önerilen ve yapabilme eğitimini alan kişiler, böcek soktuğunda, hemen enjektördeki hazır ilacı kendileri yaparak ve hapı alarak durumlarının kötüleşmesini önleyebiliyorlar.

Bu konuda bir tecrübe ve tavsiye:

0800 314 79 00 Zehir Danışma Merkezi (oğlum küçücükken, şurup şişesinin kapağını tam kapatamamış olarak ısrarla çalan telefona bakmaya gittiğimde, şurubun yarısını içince korkuyla bu numarayı aradım, bir de arı soktuğunda!! İnanın müthiş yardımcı oldular....

Zeynep...

Perşembe, Aralık 14, 2006

KISILIK VI..


EŞLİK EDEN BOZUKLUKLAR


Eleştiri ve yenilgi karşısında “yaralanmaya” çok duyarlıdırlar. Dışardan göstermeseler de, eleştirildiklerinde rezil olmuş, alçalmış, çökmüş ve boşlukta hissedebilirler. Öfkeyle, hor görerek, cüretkar bir saldırıya geçerler. Bu yaşantılar çoğu kez toplumdan uzaklaşmalarına ya da üstünlük duygularını maskeleyebilen bir yumuşak başlılığa yol açar. İlişkileri bozuktur. Tutkuları ve kendilerine güvenleriyle üstün başarı sağlayabilirler ama en ufak bir eleştiriye ve yenilgiye gelememeleri, başarılarını sürdürmelerini engelleyebilir. Rekabete dayalı, risk alma konusunda isteksiz olduklarından mesleki başarıları düşük kalabilir. Sürekli utanç ya da aşağılanmış olma duygularına ve yanında özeleştiriye, toplumdan uzaklaşma, depresif duygudurum ve Distimik (Bakınız Distimik Kişilik Bozukluğu) ya da Majör Depresif Bozukluk ( Bakınız Majör Depresif Bozukluk ) eşlik eder. Tersine üstünlük duygusu taşıdıkları dönemlerde, Hipomanik (Bakınız Manik Atak) bir duygudurumu eşlik edebilir.

Histerionik, Borderline, Antisosyal ve Paranoid Kişilik Bozukluğu ile birlikte görülebilir.
Narsistik özellikler ergenlerde sık görülür. Bu yaşlarda narsistik özelliklerin görülmesi, Narsisistik Kişilik Bozukluğu geliştireceği anlamına gelmez.

Narsisistik Kişilik Bozukluğu olan kişiler yaşlanma sürecinin getirdiği fiziksel ve mesleki sınırlamaların başlamasına uyum sağlamada zorlanabilirler.

Bu tanıyı alanların % 50 – 75’i erkektir. Genel toplumda % 1’den az görülür.

(DSM IV'den yararlanılmıştır)

Obsesif Kompulsif Kişilik Bozukluğu
Obsesif-Kompulsif Kişilik Bozukluğu erken yetişkinlik (Adelesans)'den başlayarak süreklilik gösteren, katı, kusursuzluğa yönelik bir davranış biçimidir. Kusursuzluk ilkesi, bireyin yaşam alanını kapsar. Geliştirdikleri katı standartlara ve beklenti düzeyine bir türlü ulaşamadığı için yapılmakta olan işi de bir türlü bitirilemez. Obsesif Kompulsif kişi kurallara, listelere, düzenliliğe, organizasyona ya da zamanın programlanması gibi konular içinde öylesine kaybolur ki, yapılan iş amacından sapar, ayrıntılar içinde kaybolan kişi esas sorunları göremez. Başkalarının her işi kendi yaptıkları gibi yapmaları konusunda mantık dışı bir inat ya da doğru yapamayacakları inancıyla yapmalarına izin vermemek de ayrı bir özellikleridir. Dinlenme ihtiyacından ve dostlarından yoksun kalma pahasına, kendilerini çalışmaya adarlar, karar vermede zorlanırlar ya ertelerler ya da kaçınırlar. Bazen de düşünceleri iki seçenek arasında gider gelir ve sonuca bir türlü ulaşamazlar. Çevrelerindeki değişikliklerden rahatsız olurlar.
Obsesif Kompulsif kişiler kendilerine özgü bir biçimde aşırı vicdanlıdırlar, toplum ve moral değerlerini katı bir biçimde yorumlarlar. Duygusal yakınlıklarını gösteremezler. Para ve hediye verme konusunda - kişisel çıkarları için değilse - cömert davranmazlar, eskimiş işe yaramaz eşyalarını atmazlar.

Obsesif Kompulsif ebeveynin çocuğu ve geleceğin Obsesif Kompulsif yetişkini dünyayı evinin penceresinden izler. Dışardaki insanlar ve dünya ona tehlikeli bir yer olarak tanıtılmıştır. En güvenli yer anne babanın yanıdır. Obsesif Kompulsif aile çocukları, ailelerinden uzun yıllar, 30- 40 yaşlara dek ayrılamazlar. Çoğu Obsesif Kompulsif ebeveyn "Eğer ben olmasaydım" tutumlarıyla çocuğun kendilerine borçlu olduğu mesajını sürekli verirler ve bazı durumlarda çocuğun koşulsuz bir bağlılık, hatta hayranlık geliştirmesini sağlarlar. Freud (1935) ve Frenczi (1952) Obsesif Kompulsif kişilerin "İnfantile Omnipotance" (herşeye gücü yeterlilik inancı; gelişimin erken dönemlerinde küçük çocuğun, kendisini dünyanın merkezinde algılaması ve tüm isteklerinin karşılanmasını beklemeye hakkı olduğu sanısı) yaşadığından sözederler. Bu nedenle her şeyi en iyi bildiklerini savunurlar ve kendi düşüncelerine ters gelen düşünceleri acımasızca eleştirirler. Aslında inançlarının ve kurallarının çoğu gerçek bir dayanaktan yoksundur.

Obsesif Kompulsif kişinin bencilliği ebeveyn çocuk rollerinin yer değişimine neden olur. Çocuk ebeveynin kaprislerini karşılayarak kendi çocukluğundan vazgeçmek zorunda kalır. Baskı altında çocuk sonraki yaşamında da kendisini yönetecek baskılar arar. Bulamazsa kendi içinde yaratır ve yaşatır. Bu nedenle tek başına karar veremez, kendisiyle ne yapacağını bilemez, yaşama sevincinden yoksundur, yaşama etkin katılmak yerine, çoğu kez eleştirerek gözler. Yaşayamadıklarını, başkalarının özgürlük isteklerini kışkırtır ve paniğe kapılarak çevresini de baskı altında tutmaya çalışır.

Freud (1908) Obsesif Kompulsif kişilerde aşırı düzenlilik, inatçılık ve cimrilik gibi bazı özelliklerin, çocuklukta kızgınlıklarını ifade etmede güçlük çekmelerinden, ya da inatçılıklarını tuvalet eğitimleri sırasında hoşgörüsüz bir anneyle yaşanmış olan çekişmelerin sonraki yaşamdaki izleri olarak değerlendirmiştir. "Cezalandırılma tehdidi ile özerk büyüyemeyen bu çocuklar, yetişkinlikte ebeveynin davranışını içselleştirerek hoşgörüsüz, cezalandırıcı, duygusal yalıtım, aşırı entellektüellik, karşıt tepki oluşturma, yapma bozma gibi kendine savunma sistemleri geliştirirler" demiştir.

Sonraki yıllarda (Gabbard 1985 Gabbard 1990 - Horowitz) kendine değer verme, bağımlılık eğilimleri ve kızgınlığın denetimi arasındaki ilişkiler, iş ilişkileriyle duygusal ilişkileri arasındaki dengeler gibi daha çok ilişki ağırlıklı tanınmıştır. Obsesif Kompulsif kişiler benlikleri ile ilgili bir belirsizlik yaşarlar. Çocukluklarında ebeveyn onayı ve sevgisine duydukları ihtiyaç yeterince karşılanmamıştır. Ebeveyn soğuk ve uzak olabilir ya da çocuğa yaşıtlarından daha fazla sevgiye ve onaya gereksinimi vardır.

Obsesif Kompulsifler bağımlılık duygularını ve kızgınlıklarını bilinç düzeyinde fark ettikleri için savunma sistemleri kimseye muhtaç olmama ve kızgınlıklarını katı bir denetim altında tutma ve önlem alma yönündedir.

Gabbard'ın 1990 anlattığı gibi Obsesif Kompulsif kişiler diğer insanlarla yakınlık kurmaktan ürkerler. Böyle bir süreç birine yaslanma yönünde güçlü bir şekilde var olan ama bastırılan isteklerin canlanmasına neden olabilir, bunun sonunda yaşanılacak yakınlık, düş kırıklığı, öfke ve pişmanlık duygularına ve ardından gelen öç alma isteklerine yol açabilir yakınlığa izin vermek, vaktiyle geliştirdikleri yakınlaşma beklentileri sonucu yaşadıkları düş kırıklıkları ve incinmelere karşı geliştirdikleri savunma sistemlerinin çökmesine ve her şeyin "Denetimden çıkmasına neden olur". Bu insanların yakın çevresindeki kişilerde onun fazla denetleyici olmasından yakınırlar. İşleri kendisinden başka kimsenin iyi yapabileceğine inanmadığı için ilişkilerinde sık sık kilitlenmeler ve kesintiler olur. Diğer insanları bu denli denetleme eğilimi çevresindeki desteğin sağlamlığına ve sürekliliğine inanmamasından kaynaklanır. Bu güvensizlik , çocukluk yıllarının travmatik izlerinden olduğu kadar, Obsesif Kompulsif kişinin denetim altında tuttuğu saldırgan eğilimler ve yoğun yıkıcı isteklerinden de kaynaklanır. Terk edilme ya da saldırgan eğilimlerini yansıtarak kişilerin yıkıcı davranışlarına maruz kalma korkusu yaşarlar. Duyguların denetimden çıkabileceği kaygısı herşeyi "Mantık" yoluyla çözümlemeye çalışmalarına neden olur; gerçek bir değerlendirme olmasada.

Obsesif Kompulsif kusursuz olmak çabasındadırlar. Çocukken yeterince çaba göstermemiş oldukları için değerli bulunmadıkları inancı taşıdıklarından, üstün başarılar kazansalarda gene yeterince çaba göstermemiş olduklarına ve değerli olmadıklarını düşünüp yaşam sevincinden yoksun kalırlar.

Esnek olmayan katı yapıları nedeniyle ayrıntılar üzerinde odaklaşıp bütünü göremezler, esneklikleri "Mantıksız" bularak reddederler ve her işte katı standartları sürdürebilmek için fazla enerji kullanırlar. Yaptıkları herşey, hatta tatil bile eziyet olur. Çoğu önemli işler başarırlar ama seferberlik yaratarak işlerindeki başarılarını sınırlarlar. İyi konuşmacıdırlar ama yazma konusunda kusursuzluk beklentileri nedeniyle kitlenebilirler ve sonuç ortaya koyamayabilirler. Olmakta olanı yaşamak yerine, olması gerekene takılıp yaşam olaylarına katılmazlar. Kendilerinden üstün beklentileri yerine getiremedikleri inancına kapılırlarsa düş kırıklığı yaşayarak depresyona girerler. Özellikle orta (40-50) yaşlarda gençlik ideallerini ve düşlerini gerçekleştirmekte çok geç kaldıklarına inanmaları depresyonu oluşturur.

Psikoterapide aşırı entellektüel konuşmalar ve tutumlar, duygulardaki yalıtım ve sığlık, yaşamlarında güzel sanatlar, müzik, felsefe, okuma ve eğlenmeye yer olmadığından Psikoterapistlerini zorlarlar. Gerekirse Psikiyatrist kontrolünde ilaç tedavisinden de yararlanabilirler.

(DSM IV'den yararlanılmıştır)


Paranoid Kişilik Bozukluğu
Başlıca özelliği, başkalarının davranışlarını kötü niyetli olarak yorumlayıp, sürekli bir kuşkuculuk ve güvensizlik göstermedir. Ergenlik ve ergenlik sonrası (genç yetişkinlik) döneminde başlar ve çeşitli durumlarda ortaya çıkar.
Böyle bozukluğu olan kişiler beklentilerini doğrulayan her hangi bir kanıt olmamasına karşın, başkalarının kendilerini sömüreceğini, zarar vereceğini, aldatacağını düşünürler. Gene ellerinde çok az kanıt veya hiç kanıt yokken, kendilerine birden saldırılacağı ve kendilerine kötülük tasarlandığından kuşkulanırlar.

İş arkadaşları ve dostlarından kuşkulanırlar. Güven ve sadakattan sapma olup olmadığını algılamaya çalışırlar. Dostluk gösterilirse şaşırırlar. Zor durumda kaldıklarında dostlarının ya kendine saldıracağı ya da görmezden geleceğini düşünürler.

Bu kişiler başkalarına güvenmek, yakınlaşmak konusunda isteksizdirler. Paylaşılan bilgilerin sonradan kullanılacağı kaygısı yaşarlar. Sıradan sözlerde ya da olaylarda aşağılama, gözdağı verme biçiminde gizli anlamlar ararlar. Bir başarılarından ya da güzel bir giysilerinden dolayı aldıkları iltifatları yanlış yorumlarlar.

Bu kişiler sürekli kin beslerler ve onur kırıcı davranışları, haksızlıkları görmezden gelmeyi bağışlamazlar. Az da olsa önemsenmemeleri büyük düşmanlık yaratır ve bu duygular kalıcı olur. Karşı saldırıda bulunmada hızlı davranırlar. Patalojik olarak kıskanç olabilirler ve eşlerinin sadakatsizliğinden kuşkulanırlar. Bu konuda önemsiz kanıtlar toplarlar ve eşlerinin nerede ne yaptığını, niyetini ve sadakatini sürekli sorgularlar.

Paranoid kişilik bozukluğu olan kişiler genelde geçinmesi zor kişilerdir ve yakın ilişkilerde çoğu zaman sorunlar yaşarlar. Aşırı kuşkulu düşmanca duygular, tartışmacı tavırlar, durmadan yakınan, sessiz ve mesafeli tutumlarıyla insanlara yaklaşmazlar. Süreki olası tehlikeler için tetikte ve ihtiyatlı ve ketumdurlar. Dolambaçlı davranabilirler. " soğuk " davranırlar, " "sevgi " dolu duygulardan yoksun görünürler. Yansız, mantıklı, akılcı duygularda arınmış gibi görünürlerse de alaycı, düşmancıl ve dirençli ifadelerin bulunduğu oynak bir duygulanım sergilerler. Kavgacı ve kuşkucu nitelikleri, başkalarında düşmanca tepkiler doğurur, bu da asıl beklentilerini doğru çıkarır. Başkalarına güvenmedikleri için öz yeterlilikleri fazladır. Özerk olmaya çalışırlar. Esneklikten yoksun ve diğer insanları sürekli eleştirirken kendileri için yapılanen küçük eleştiriyi kabullenmekte zorlanırlar. İşbirliği yapamazlar. Kendi kusurları için başkalarını suçlarlar. Çevreden geldiğine inandıkları tehditlere hızla saldırıda bulundukları için sürekli çekişme içindedirler ve sıklıkla yasal yollara başvururlar. Kendi iç dünyalarının korkularını, diğer insanların kötü olduğu şeklinde yansıtırlar. İnceden inceye gizli, gerçekçi olmayan büyüklük düşlemleri vardır. Dünyayı basite indirme formülleri geliştirirler. Kendilerinden farklı toplumsal kesitten gelen insanlarla ilgili " fanatik "düşünceler ve paranoid inanç sistemlerini paylaşan insanlarla sıkı sıkıya bağlanmış " mezhepler " ya da gruplar oluştururlar.
Strese karşı ani çözülmeler görülebilir. Paranoid Kişilik Bozukluğu tek başına kalma, yaşıtlarıyla bozuk ilişkiler, toplumsal anksiyete, acayip dil kullanımı ve hayallerle, çocukluk ve ergenlikte ortaya çıkabilir. Bu çocuklar acayip bulunurlar.

Kronik şizofreni olan ailelerin çocuklarında daha çok görülür. Genel toplumda % 0.5 - 2.5 arası görülür.
Paranoid kişilik bozukluğu olan bazı kişilerde antisosyal davranış görülebilir; ama bu kişisel bir çıkar sağlamak ya da başkalarını kullanma şeklinde değil, daha çok öç alma şeklindedir.

İlaç tedavisi + psikoterapi ile tedavi görürler. Tedavide terapistle kurdukları güven ilişkisiyle paralel olarak düzelme sağlanabilir veya terapiyi sonlandırırlar.

(DSM IV'den yararlanılmıştır)

Şizoid Kişilik Bozukluğu
Toplumsal ilişkilerden kopma ve başkalarıyla birlikte olunan ortamlarda duygularını anlatmada kısıtlı kalma olarak tanımlanmıştır. Ergenlikte veya ergenlik sonrasında başlar ve değişik koşullarda ortaya çıkar.

Bu kişiler yakınlık kurma isteğinden yoksun görünürler, yakın ilişkilerin oluşabileceği durumlarda ilgisiz kalırlar. Ailenin ve herhangi bir toplumsal grubun bir parçası olmaktan doyum sağlıyor gibi gözükmezler. Çoğu zaman yalnızlığı seven, toplumdan uzak, mesafeli yaşayan insanlardır. Çoğu zaman başka insanlarla beraber olmak yerine , başkalarıyla etkileşim gerektirmeyecek tek bir etkinlik ya da hobi ile uğraşırlar. Bilgisayar veya matematik oyunları ya da soyut işleri tercih ederler. Başka biriyle cinsel deneyim yaşamaya karşı çok az ilgileri olabilir. Çok az etkinlikten zevk alırlar. Güneş batarken deniz kenarında yürüme, ya da cinsel bir eylemde bulunma gibi duygusal, bedensel ya da kişilerarası yaşantılardan genelde pek zevk almazlar. Birinci derece akrabaları dışında yakın arkadaş ya da sırdaşları yoktur.

Bu kişiler başkalarının övgü ya da eleştirilerine ilgisiz görünüp, başkalarının haklarında ne düşüneceğinden rahatsız olmazlar. Toplumsal adetlere uygun davranmazlar ( Bayramda aile ziyaretleri, özel günleri kutlama gibi ) Sonuç olarak toplumsal becerilerden yoksun veya yüzeysel ya da içine kapanık kişiler olarak görülürler. Duygusal tepkisellikleri olmadığı için genelde " donuk " bir dış görünüm sergilerler. Gülümseme ve baş sallama gibi davranışlar ya da yüz ifadeleri ile çok az karşılık verirler. Öfkelenme ya da neşelenme gibi güçlü duyguları nadiren yaşadıklarını söylerler. Duygulanmaları genelde kısıtlı olduğundan soğuk ve uzak görünürler.

Eğer kendilerini rahat ve emin hissederlerse, toplumsal etkileşimle ilgili olarak, rahatsızlık veren duygularını söyleyebilirler.

Bu kişiler direkt olarak kışkırtılsalar da öfkelerini dışa vuramaz ve bu duyguları yokmuş gibi görünürler. Yaşamlarında bir amaç yokmuş ve nereye çekilirlerse oraya gidecek gibi görünürler. Toplumsal becerilerden yoksun ve cinsel deneyim yaşama isteklerinin azlığından dolayı, çok az arkadaşları vardır. Çok nadir olarak karşı cinsten biriyle çıkarlar ve çoğunlukla evlenmezler. Böyle bir bozukluğu olan kişiler, insanlardan kopuk işlerde çalışırlarsa, işlerini iyi yaparlar. Kişilerarası ilişkiler gerektiren mesleklerde işleri bozulabilir.

Kişi değerlendirilirken kültür geçmişi dikkate alınmalıdır. Kırsal kentten büyük şehre göçmüş insanlar " duygusal donukluk "la tepki gösterebilirler ve iletişim bozuklukları oluşabilir.

Daha çok erkeklere konan bir tanıdır. Bazen otistik bozuklukla karışabilir.

"Yalnız başına" insanlar şizoid olarak düşünülebilirler. Şizoid kişilik bozukluğu ile karıştırılmamalıdır. Uyumu bozacak nitelikte, sürekli, esnek olmayan, özel bir sıkıntıya ve işlevsel bir bozukluğa neden oluyorsa, şizoid kişilik bozukluğu tanısı konmalıdır.

(DSM IV'den yararlanılmıştır)

Şizodipal Kişilik Bozukluğu
En önemli özelliği yakın ilişkilerde birdenbire bir rahatsızlık duyma ve yakın ilişkilere girme becerisinde azalma görülür. Toplumsal ve kişiler arası ilişkilerde yetersizliklerle bilişsel ve algısal çarpıklıklar ve alışılan davranışların dışında davranışlarla görülür. Ergenlik ve ergenlik sonrası ( genç yetişkin dönemi ) başlar ve çeşitli durumlarda ortaya çıkar.

Şizodipal kişilik bozukluğu olan kişiler günlük sıradan olaylara olağan dışı bir anlam ve yorum katarlar. Bunlar olaylar olmadan önce onları gördüklerini ve başkalarının düşüncelerini okuyabilecek özel bir takım güçlerinin olduğunu düşünürler. Başkaları üzerinde büyüsel bir etkileri ve denetimleri olduğuna inanabilirler. Konuşmalarının olağan dışı ya da " kendine özgü " bir yapısı vardır. Dağınık, konu dışı, belirsizlik taşıyan konuşmaları vardır. Ancak çağrışımlarında dağınıklık, evredışılık yoktur. Yanıtlar ileri derecede somut ya da ileri derecede soyut olabilir. Sözcüklere ya da kavramlara bazen olağandışı anlamlar yüklerler.

Bu kişiler çoğu zaman kuşkucudurlar ve duygu durumları normal sınırları aşar. Başarılı ilişkiler kurabilme ipuçlarından habersiz görünürler. Diğer insanlarla katı ya da kasıtlı bir iletişime geçerler. Çoğu kez olağan dışı tavırları " birbirine uymayan " dağınık giyinmeleri, toplumsal gerekliliklere karşı ilgisiz kalma ( Örneğin, gözgöze gelmekten kaçınma, üzerlerine uymayan kirlenmiş giysiler giyme, iş arkadaşlarının şakalaşmalarına katlanamama gibi ) nedeniyle acayip ya da sıradışı kişiler olarak görünürler.

Kişiler arası ilişkileri sorunlu olarak yaşarlar ve kendilerini ilişkide rahatsız hissederler. İlişkileri olmadığı için mutsuz olduklarını söyleselerde, davranışları yakın ilişkiye girme isteklerinin az olduğunu düşündürür. Birinci derece akrabaları dışında, yakın arkadaşları ya da sırdaşları yoktur ya da çok azdır. Tanımadıkları insanların olduğu etkinliklerde anksiyete duyarlar. Sadece zorunda iseler diğer insanlarla etkileşime girerler. Kendilerini farklı kişiler olarak gördükleri için ve " ortama yakışır " olmadıklarını düşündükleri için uzak dururlar. Sosyal etkinliklerde çok zaman geçirseler bile anksiyeteleri azalmaz, çünkü diğer insanların davranışlarının altında ne yattığına dair kuşkuya ilişkin bir anksiyete oluşmuştur. Örneğin şizotipal kişi bir akşam yemeğine katıldığında gevşeyip rahatlayamaz, giderek daha gergin ve kuşkucu olabilir; depresyon görülebilir.

Bilişsel ve algısal çarpıklıklar kültüre göre değerlendirilmelidir. Örneğin zenci büyücülüğü, şamanizm, üfürükçü hocalara olan inançlar kültürden kaynaklanır. Bu kişiler şizodipal olarak değerlendirilemez.

İlk kez çocukluk ya da ergenlikte yalnız başınalık, yaşıtlarıyla ilişkilerde bozukluk, toplumsal anksiyete, okul başarısında düşüklük, aşırı duyarlılık, acayip düşünceler, acayip bir dil kullanma ile kendini gösterir. Bu çocuklar "acayip" "sıradışı" gibi görünürler ve alay konusu olabilirler. Bu bozukluk erkeklerde daha çok ve genel toplumun % 3'ünde görülür.

Psikoterapiye genelde müracaat etmezler. Yoğun duygulanımlar ve yakınlaşma istekleri yoktur. Dürtüsel ve manipülatif değillerdir, ancak stres altında psikotik bir süreç geçirirlerse, yakınları tarafından bir psikiyatra getirilirler. İlaç tedavisinden yararlanırlar. Psikoterapiden çok az yarar sağlarlar.

(DSM IV'den yararlanılmıştır)


Pasif Agresif Kişilik Bozukluğu
Başlıca özelliği ergenlik ya da ergenlik sonrası (erken erişkinlik) başlayan ve çeşitli koşullarda ortaya çıkan toplumsal ve meslek ortamlarında başarı için beklenen isteklere olumsuz bir tutum ve direnç davranışıdır. Bu insanlar başkaları tarafından beklenen düzeyde iş yapmaları istenildiğinde bu duruma alışkanlık olarak kızar, karşı gelir ve direnirler. Bu karşı gelme en sık olarak iş ortamında ortaya çıkar ama toplumsal yaşamda da ortaya çıkabilir. Direnme özellikle otorite figürleri tarafından verilen görevlere tepki olarak erteleme, unutkanlık, inatçılık, bilinçli olarak etkisizlikle dışa vurulur.

Bu kişiler başkalarının çabalarını, işlerini paylaşma ihtiyaçlarını başarısız kılarak engellerler. Örneğin bir amir mesai bitimine doğru memurundan ertesi sabah toplantı için bir yazı hazırlamasını istediğinde memur yazının yetişmeyeceğini söylemek yerine ya yazıyı başka türlü yazar ya da yanlış yere dosyalar. Ya da kendisini hiç aramadığı için sevgilisine sitem eden erkek, bu isteği üzerine kendisini arayan kız arkadaşının telefonlarını ya duymaz ya o an telefonu açamayacak kadar meşguldür ya da başka bir ofistedir. Bu bireyler sürekli değerlerinin anlaşılmadığından yakınırlar. Zorlukları çözmek, başa çıkmak yerine, başarısızlıklarını başkalarının davranışlarına bağlarlar. Somurtkan irrite, sabırsız, tartışmacı, kuşkucu, şüpheci ve ters olabilirler. Otorite figürleri (Örneğin üst düzey yönetici, okulda öğretmen, evde ebeveyn rolü oynayan bir eş) çoğu kez hoşnutsuzluk odağıdır. Olumsuzlukları ve suçu dışsallaştırmak eğilimleriyle küçük bir kışkırtma ile otorite figürlerine karşı düşmanca duygularını ifade ederek eleştirirler. Otorite figürleri tarafından başarılı bulunan iş arkadaşlarına karşı kırgın ve kıskanç olurlar. Çoğu kez şansızlıktan yakınırlar. Gelecek hakkında sürekli olumsuz görüşleri vardır.

"İyi olmak ödüllenmez" "İyi şeyler kısa sürer", gibi yorumlar yaparlar. Bu kişiler kendileri için, sorun olduklarını düşündükleri kişilere karşı düşmanca bir karşılık vermekle, özür dileyip daha iyisini yapma sözü verme arasında kararsız kalırlar.

Çoğu kez kararsızdırlar. Bir eylemle onun tam tersini yapma arasında tereddütte kalırlar. Başkalarıyla sonsuz çekişmelere girerler. Başkalarına bağımlılık ve girişkenlik isteği arasındaki yoğun çatışma bu bireylerin özelliğidir. Yüzeysel bir kabadayılık olmasına rağmen, kendilerine güvenleri azdır. İyi bir işte olası en kötü sonları görürler ve kendilerini "gerçekçi" olarak tanımlarlar. Borderline, Histerionik, Paranoid, Bağımlı, Antisosyal ve Çekingen Kişilik Bozukluğu olan bireylerde ortaya çıkar.


(DSM IV'den yararlanılmıştır)

Sınıflanamayan Kişilik Bozukluğu
Bu tanı DSM IV'te herhangi bir Kişilik Bozukluğu'nun tanı ölçülerini tam almayan, ama belirgin bir sıkıntısı olan, toplumsal ve mesleki alanda bozulma yaşayan bireyler için kullanılır. (Karışık kişilik) Depresif Kişilik Bozukluğu ve Pasif Agresif Kişilik Bozukluğu örnek verilebilir.Bu VI. bölümlük dizide Kaynak Sayin Dr.Tülay Arsu' /Psikom .
Saygilarla.
H.A.E.

Çarşamba, Aralık 13, 2006

DISLEKSI NEDIR?


Disleksi bir öğrenme bozukluğudur. Ne öğretmenler ne veliler tarafından pek tanınıp, bilinmeyen fakat tam da bu nedenle okula yeni başlayan pek çok miniğin ve anne babasının hayatını zehir eden bir sendromdur.
Disleksi okulla birlikte ortaya çıkar. Asla zeka yetersizliği değildir. Aslında pek çok disleksili çocuk ortalamanın üstünde zekidir. Ne yazık ki her sınıfta iki üç çocukta bulunur. Aileleri çocuklarında hiçbir zeka problemi olmadığını gündelik yaşamdan bilir. İşte sorun da burada başlar. Aile ve okul çocuğu farklı değerlendirir. Aile çocuğunun hiçbir zeka problemi olmadığını öyleyse sorunun okulda olduğunu düşünü; öğretmen ve okul ise ya ailenin çocuğu yetiştirme biçiminde ya da çocukta bir sorun olduğuna inanır . Aslında cevap hiçbiridir. Sorun çocuktaki disleksidir.
Disleksi zeka sorunlarından ayrı bir kategoridedir. Zeka sorunları çocuğun normal zeka gelişiminin aksaması ve gecikmesiyle kendini belli eder. Disleksiyi başta hiperaktivite olamak üzere diğer öğrenme sorunlarından ayıran başlıca belirtiler ise şunlardır:

1. Öğrencinin okul öncesi gösterdiği beceriler ile okul başarısı arasında büyük fark olması.
2. Ailede okula başladığında öğrenme güçlüğü yaşamış başka bireyler olması (soyaçekim)
3. Kelimeleri doğru telaffuzda zorluk
4. Çocuğun sağını ve solunu karıştırması

5. Harfleri ve sayıları geriye doğru yazmak 6. Matematik öğrenmede güçlük
7. Düzenli, derli toplu bir çocuk olamamak 8. İki ve daha fazla aşamalı talimatları yerine getirmekte güçlük çekmesi.

Tabii bu belirtiler okula çağına yeni girmiş çocuklar için söz konusudur.
Çocuğunuzda okula başladığı sene bu belirtileri görüyorsanız vakit kaybetmeden bu konuda uzman bir psikologdan yardım istemelisiniz. Aksi halde çocuğunuz okulda çok büyük sıkıntı çeker ve okul hayatı başarısız olabilir.
Disleksinin toplum içinde görülme sıklığı onda bire kadar çıkıyor. Bu nedenle zamanında tedavi edilmemiş disleksi yetişkinlerde de sürebiliyor. Yetişkinde disleksi belirtileri şunlar:

Telefon numarası çevirirken sayıların yerini sık sık karıştırıyor musunuz?
Kelimeleri sık sık hatalı mı yazarsınız?
Sık sık tarih ve saati unutur, randevularınızı kaçırır mısınız?
Form doldurmayı zor ve kafa karıştırıcı mı bulursunuz?
Telefonda not almak ve bunları birine doğru olarak aktarmak size zor gelir mi?
95 ve 59 gibi birbirine benzeyen numaralı otobüsleri genellikle karıştırır mısınız?
Yılın aylarını sırasıyla ve akıcı biçimde söylemek size zor gelir mi?
Çarpım tablosunu zorlukla mı öğrendiniz?
Bir sayfayı okumanız gereğinden uzun mu sürüyor?
Sağ ve solu karıştırır mısınız?
Uzun bir kelimeyi söylemeniz gerektiğinde, bazı harflerin yerini şaşırır mısınız?
Çek yaprağı gibi rakam yazmanız gereken belgeleri dolduruken sık sık hata yapar mısınız?
Bu sorulardan beşine evet diyorsanız siz de eski bir dislektik olabilirsiniz...
Bu arada belirtelim ki bu yazının amacı bu yaygın soruna dikkat çekmek; yoksa kimseyi korkutmak değil. Düşündüm ki bu konuda insanın daha önce bir bilgisi olması çocuğunda böyle bir sorunla karşılaştığında daha dikkatli olmasını sağlayabilir. Ayrıca sınıf öğretmenlerinin de bu konuda bir genel eğitimden geçirilmeleri gerektiğini sanıyorum.

Nicomedian