... SORUNU CÖZERSEN ONU BIR GÜN ICIN ÖZGÜR KILARSIN, BIR INSANA SORUNLARINI CÖZMEYI ÖGRETIRSEN ONU HAYATI BOYUNCA KENDINDEN EMIN KILARSIN. blog layouts

BIR INSANIN CAHIL OLDUGUNU BILMESI / ILME ATILMIS ILK ADIMDIR

Cumartesi, Eylül 30, 2006

Ramazan Fıkraları 1



Dursun Temel'e sormuş:
_Uşağum oruçlu oruçlu kaç hamsi yiyebilirsun?
Temel:
_Yüz tane yerum valla.
Dursun:
_Hadi oradan yesen yesen 1 tane yersun, kalan 99 hamsiyi oruçsuz yersun.
Bu espri Temel'in acayip hoşuna gitmiş, yolda Cemal'i görmüş ve hemen sormuş:
_Uşağum oruçlu oruçlu kaç hamsi yiyebilirsun?
Cemal:
_50 tane yerum ben..
Temel:
_Tuh be uşağum, 100 deseydun sana müthiş bir espri yapacaktum......

Zeynep

Cuma, Eylül 29, 2006

Ramazanda sağlık



Sağlık yönünden orucun çok büyük yararları vardır. Bunlar, bir görevi yerine getirmenin verdiği manevi ve psikolojik moral yanında, eğer beslenme iyi düzenlenirse organizma ve mide - bağırsak sistemi için bir nevi detoksikasyon yani toksinlerden kurtulma ve organizmanın dinlenmesi yerine gelmiş olur. Ortalama 12 saatlik oruç döneminde hareket ve enerji sarfı iyi ayarlanırsa normal yaşantımızdaki aşırı ve düzensiz beslenme ve yüklenmeden arınmış organizma, çalışma temposunu düzenler ve stresten kurtulmuş olur. Orucun bu yararlı etkilerinden faydalanmak için iftardan sonra sahura kadar besin seçimini ve yeme temposunu iyi ayarlamak gerekir.İftarda boş mideye aniden alınan aşırı besin ve sıvı, hem mide - bağırsak, hem de dolaşım ve kardiyovasküler sisteme yüklenme yapar ve sistemlere ait çeşitli rahatsızlıklar ortaya çıkar.
Oruç konusunda riskli bir grup ülserli hastalardır. Genelde helicobakter pylori denen bir mikrop ülsere yol açar. Uzun süre aç kalındığında midede aşırı derecede asit olacağı için ülser hastaları için de oruç tutmak uygun değil.Başka bir riskli grup ise, kalınbağırsak hastalığı olan irritable bağırsak sendromu yaşayanlardır. Hastalık, nedeni belli olmayan hareket bozukluğu olarak adlandırılıyor. Bu hastaların bol miktarda sıvı almaları ve sebze meyve ağırlıklı yemek yemeleri gerekiyor. Böylece bağırsakta belli bir ritm sağlanıyor. Sindirim sistemi hareketleri gıda ve içeceklerle yakından alakalı olduğu için Ramazan'da bu düzen bozuluyor. Ramazan'da uzun süre aç kalınması sonucu irritable bağırsak sendromu hastalarında belirtiler abartılı bir biçimde ortaya çıkıyor.Oruç tutabilmek için diğer tüm hastalıklarda olduğu gibi mutlaka bir hekim onayı almak lazım. Aksi halde, sağlıklarını riske atacak şekilde oruç tutmak doğru olmuyor. Tüm bunlara rağmen oruç tutmakta ısrar edenler de olabilir. Bu durumda ilaçlarını hiç olmazsa sahur ve iftara yayarak almalarında fayda var. İlaçlarını almalarının yanında az yemeye gayret etmeliler. İftarda bir oturuşta aşırı derecede yememek gerek. Özellikle bu hastalıkları taşıyan kişilerin iftar yemekleri sebze meyve ağırlıklı olmalı,aşırı karbonhidrattan kaçınılmalı
Koroner arter hastalığı olan hastalar, kalp damarlarını daraltan plakların büyümemesi hem de pıhtı oluşmaması ve dolayısıyla kalp krizinden korunmak için azami dikkati göstermelidir. Ramazan öncesinde günlük yaşantısında önemli bir sorunu olmayan, olağan aktivitelerini sürdüren, yemek sonrası yakınması olmayan hastalar oruç tutabilirler. Dikkatli olunması gereken nokta, aniden ve çok fazla miktarda yememek ve yemek üstüne hızlı hareketlerden kaçınmaktır. Bu hastaların, Ramazan öncesinde olağan yaşantıları sırasında göğüs ağrısı, nefes darlığı gibi belirtileri varsa oruç tutmamaları veya karar vermeden önce hekimleriyle görüşmeleri uygundur.
Ayda

Perşembe, Eylül 28, 2006

Galata Mevlevihanesi



Foto: Galata Mevlevihanesi'nin huzur veren bahçesi...


Kadim şehir İstanbul’da huzursuz ruhunu gezdirip duranların sükun bulabileceği limanlardan biri. Girişindeki kitap satış yerini geçer geçmez şehrin hayhuyu arkanızda kalıyor. Solda hazire var. Demir parmaklıklardan baktığınızda içerde sarıklı mezar taşlarını görebiliyorsunuz. Biliyorsanız duanızı da esirgemeyin elbette. Burada İbrahim Müteferrika’nın da mezarı bulunuyor. İki katlı bahçe koyu ve açık yemyeşil ağaçlarla ve sayısız güzel kediyle dolu. Yüksek duvarlarla yabancı gözlerden korunuyor. Hele sıcak yaz günlerinde serinliği pek davetkar.






Foto: Galata Mevlevihanesi ana binası (Haziran 2006)



İki katlı ahşap bina içinde sema ayinlerinin yapıldığı salon ve müze yer alıyor. Yaklaşık beş yüz yıllık tarihiyle İstanbul’un en eski tekkelerinden biri burası. Yaşanmışlık dolu.
Semazenler Hak’tan alıp halka uzattıkları elleriyle dönüyorlar, bembeyaz tennureler içinde; zaman zaman durup birbirlerini selamlıyorlar, ney taksimi dinleniyor. Kendilerinden geçip Hak’la bir oluyorlar. Ücreti biraz yüksekçeyse de bahçede dolaşmak bedava. (En azından en son Haziran ayında gittiğimde bilet diye tutturan olmadı.) Ya da Şeb-i Aruz gecesini bekleyip TRT’den de semazenleri izlemek mümkün. Hiç izlediniz mi bilmem: Mevlana’nın ölüm günü olan 17 Aralıklarda yapılan Şeb-i Aruz törenlerini TRT canlı yayınla veriyor. Mevlevilerin bu ibadetlerinde en küçük detay bile belli bir simgesel anlam taşıyor. Bunlar hakkında bilgi edinmek için (www.semazen.net) sitesine bakılabilir.
Divan Edebiyatı Müzesi’nin de aynı yapıda olduğunu söylemeden geçmeyelim. Elbette buraya kadar gelmişken onu da gezmeli.

Sözlerimizi Mevlana’nın düşünceleriyle bağlayalım. Büyük divanında şöyle diyor Mevlana:

“Dünyâda nice diller var, fakat hepsi de anlam bakımından bir ;
kapları kırıp döktün mü su, bir olup gider.”

Bu ibadet ayında gönül birliğine çağırıyor herkesi.

Hadi, şu benlikten geç, herkesle karış kaynaş.
Kendinde kaldıkça bir habbesin, ancak bir zerresin;
fakat herkesle birleştin kaynaştın mı ummansın, mâdensin
.”

Bloglarda dünyanın gidişinden ne kadar endişe duyduğumuzu yazıyoruz çoğunlukla. Bize bu sözleriyle bu konuda yol gösteriyor gibi değil mi? Belki biraz Mevlana’ya kulak versek iyi olacak.
Tüm inananlara Ramazan’ın hayırlı olmasını ve tüm insanlığa ruh arınması ve barış getirmesini dilerim.

Nicomedian

Çarşamba, Eylül 27, 2006

POSTA KUTUSU....



layout for myspaceNe zaman mektuplu şarkılar dinlesem gelir başıma. Zühal Olcay, "Aşk uğruna ölmekten bahseden mektupların olmasa, şüphe duyardım kendimden..."* dediğinde, Yeni Türkü, "Olmasa mektubun, yazdıkların olmasa, kim inanırdı senle ayrıldığımıza..." diye sorduğunda hemen açılır benim evrakı metruke dolaplarım. Dökülür ortaya resimler mektuplar notlar şiirler kartpostallar sevgiler, sevgililer. Bugünlerdeyse şarkıdan türküden değil, gizli hislerimi yığıp karşıma, kâh gözlerimin nemine, kâh dudaklarımın titremesine maruz kalmam. Posta Kutuları yüzünden düştüm bu hale.
Az buz mektup, kartpostal delisi değilmişim. Gönderen, alan ve de saklayan delilerden. Hattâ yazdıklarımın müsveddelerini dahi saklayan. Kağıt üstüne değildi üstelik mektuplarımın tümü. Bir sevdiğim için beyaz tişörtlere de yazmışlığım vardır mesela. O sevgilim, o güzelim o zaman Ankara'da AST'da oynuyordu. Haftada bir iki kollu atlet yazardım ona! "Mektup mektup geziyorum," der, sevinir de sevinirdi. Bir gün belli çok sıkılmışım, "Şimdi bana şöyle bir tebessüm musallat olsa," demişim İstanbul–Ankara arası tişörtümde, "acı mı yoksa tatlı mı tebessümlemekteyim, kimse bilemese. Yaa işte yine yokum. Perde bensiz açıldığına bin pişman olsun."
Bir itirafım var bir başka sevgiliye... "Senden sonra mutluluk çok zor gelse de bana, gül kokladım üstüne..." diye yazıp, sıkı da gırgıra getirmişim işi arkasından, "... alt tarafı reklam aldım aşkımızın arasına."
Uzatmalı bir aşkla yaşanmış E Tipi hatıralarım, telgraflarımız, mektuplarımız var . Özel Tip Cezaevi Müdürlüğü, kontrol edildi, damgalarıyla, bende saklı... "Susmaz dalgaların türküsü zincire vursan / Korkuyorum sen geçmesen, ezilmesen / Karanlıklarımı hep sana çevreliyorum / Başka karanlıklarda çürümesen, ölmesen..." diye yazmışlıklarım içeridekine.
D.H. Lawrence'dan alıntılamışım Londralı nişanlı Gordon'a; Women in Love 'dan, "...a pure balance of two single beings: -as the stars balance each other".
Calabrialı aşkım Nino mektubu kapattıktan sonra hatırlamış zahir, zarfın üzerine karalamış sonradan, iki resmimi istiyor bir küçük bir büyük, portre olsunmuş.
Şimdi gelelim kısa da olsa bu içli içli satırları yazmamın müsebbibi olan Posta Kutusuna. Buyrun, burada bir davet var, http://www2.dunyagazetesi.com.tr/news_sections.asp?dept_id=255 adresi sizleri mektuplu günlere taşıyacak. Biraz bakınıp tadına doyamayınca da kitapçılara koşacaksınız biliyorum, henüz iki sayısı çıkan 3 aylık posta kültürü dergisi Posta Kutusu almaya. Eski dost Osman Arolat ve yayın yönetmeni Turgut Çeviker'e, dolayısıyla Dünya Yayıncılık'a, (tavsiye mektubu için de Dünya Gazetesi ve Açık Site yazarı olan arkadaşım Cüneyt Ayral'a) beni bu kadar mutlu ettikleri için teşekkür ediyorum.
Aslında, yazılmalı belki de elde ne varsa. Kime ne gitti, kimden ne geldiyse... Amaaaa, benden bu kadar, ölülerimin arkasında kalanlara saygı ve yaşayanlardan izin almayışıma hürmeten.
* Ölsem de bir, kalsam da bir / Başucu Şarkıları, Ada Müzik 2001
Oya Kayacan

01/03/2004

Salı, Eylül 26, 2006

HURMA AMA HANGI HURMA ?



HURMA AMA HANGİ HURMA ?


Sabah kalktığınızda ola ki susamışsanız elbette biraz sıkıntılı olabiliyor şu oruç ibadetimiz. Ama olsun.
Gülü seven dikenine katlanırmış.
Akşam olup da iftar sofrasına oturduğunuzda o sıkıntıları niye çektiğinizi daha da iyi idrak edebiliyorsunuz.
İftar sofralarında zeytin ya da hurma olur bilirsiniz.
Bir gelenek olmuştur artık.
Esasen iftarınızı yani orucunuzu hurma ile açarsanız sevap kazanacağınızı da işitmiş idim.
Kanımca, araştırılırsa aç karnına yenilen zeytinin ya da hurmanın mutlaka bir faydası olduğu sonucuna ulaşılır gibime geliyor.
Genelde hep öyle oluyor çünkü...
Affınıza sığınırak küçük tuvaletinizi ayakta yapmayın çok günahtır deniyor. (Baylar için elbet)
Sonra bilim açıklıyor. Ayakta yapılması bir takım ürolojik rahatsızlıklara sebep oluyormuş.
Ayakta su içmek günahtır deniyor.
Sonra bilimden cevap geliyor. İşte ayakta içilen su doğrudan mideye basınç yapıyor. Ve buna bağlı rahatsızlıklar oluşabiliyor.
Bu sebeple kesin hurma ya da zeytinin de bir faydası vardır diye düşünüyorum.
Gelelim komik olan şeye.
İftar açılırken yenilen o şekerli, çekirdeği olan yemiş türündeki yiyeceğin hurma olduğunu biliyordum.
Biliyordum da , bir hurma daha varmı onu bilmiyordum.
Öyle domates gibi olan yiyecek var ya ?
Meyve gibi duran.
İşte ondan bahsediyorum.
Turuncu bir rengi var.
Onun adı da hurma imiş.
Niye mi önemli ?
Arkadaşlar arasında girdiğim iddiayı kaybettiğim gün geldi aklıma da o yüzden...
Ben o domates gibi olan yiyeceğin asla ve asla hurma olamayacağını ısrar edince,
Üç kişiye bir güzel tatlı ısmarlamak zorunda kalmıştım.
Ama o günden bugüne çok iyi biliyorum artık.
İki tane hurma var.
Birincisi iftar sofrasında yemiş gibi yediğimiz şekerli olan hurma, bir de domates büyüklüğünde ve şeklinde turuncu renkli olan hurma...
Eh ikisinin de ismi niye hurma , arapçadan mı osmanlıcadan mı işte onu bilemem...
Edebiyat hocalarımız ??? bu konuda bir açıklama yaparlarsa memnun oluruz...
Selâmetle...
BAVER
Hurma üzerine cevap hakki.
Baver:
"İki tane hurma var.
Birincisi iftar sofrasında yemiş gibi yediğimiz şekerli olan hurma, bir de domates büyüklüğünde ve şeklinde turuncu renkli olan hurma...
Eh ikisinin de ismi niye hurma , arapçadan mı osmanlıcadan mı işte onu bilemem...
Edebiyat hocalarımız ??? bu konuda bir açıklama yaparlarsa memnun oluruz..."
diyerek bitirmiş yazısını.Bende alındım galiba ve şöyle bir araştırma yaptım hurma üzerine.
Bulduğum kaynaklarda genelde morfolojik yapısından ziyade dini etimolojik yapısı daha fazla yer almış.Ben aşağıda alıntısını yapacağım yazıda yazılanları ilkkez duydum.Belki de hurmanın islam dini açısından önemli olmasının sebebi anlatılanlara dayanıyordur.Tabii coğrafi yapı itibariyle o topraklarda uygun yetişme koşullarına sahip olabilme özelliği ikincil sebep olarak gösterilebilir bu durumda.Bir kaynakta şunlar yazılmaktadır:
"Oruclu olan kimse, hurma ile iftâr etsin! Çünki hurma bereketlidir. Peygamber, hurma ile iftâr ederdi. Hurmanın bereketli olması şöyledir ki, onun ağacına (Nahle) denir. Bu ağacın yaradılışında, topluluk ve adâlet vardır. İnsanın yaradılışı da böyledir. Bunun içindir ki, Peygamberimiz Nahle ağacına, Âdem oğullarının halasıdır dedi. 'Halanız olan nahleye saygı gösteriniz! Çünkü bu ağaç, Âdem aleyhisselâmın çamurundan kalan artıkdan yaratılmışdır 'buyurdu. Görülüyor ki, Nahle, Âdem aleyhisselâmın çamurundan yaratılmışdır. Nahleye bereket buyurması, bunda herşeyin bulunduğu için olsa gerekdir. Bunun için, nahlenin meyvesi olan hurma yenince, insanın parçası, dokusu olur. Böylece hurmada bulunan herşey, insana da aktarılmış olur. Hurmada bulunan sonsuz üstünlükler, bunu yiyende de bulunur. Hurmayı yiyen herkes böyle olur ise de, oruclu kimse, iftâr zemânında, şehvetlerden ve dünyânın geçici zevklerinden temiz olduğu için, hurmadan pekçok istifâde eder. Ayrıca efsanevi olarak Allah'ın, Adem'i yaratmasından sonra, geriye kalan balçıktan hurmanın dişisini yarattığını söyleniyor. Ona sevgiyle "hala", yâni babanın kardeşi denilmektedir. Hatta şu söz Peygamber izafe edilmektedir: "Halanız olan dişi hurmaya ikramda bulununuz" (Ekrimû emmetekum en-nahle)." Genel olarak dini kaynaklar araştırıldığında bu ve benzeri sebepler hurmanın islami açıdan neden önemli olduğu konusunda bilgilenmemizi sağlıyor.Bunun dışında hurmanın niteliği konusunda da şu bilgiler karşımıza çıkıyor:
"Hurma lif, mineral ve fenol açısından oldukça zengin bir besin maddesidir. Kalp dostu olarak bilinen elmada daha çok bakır ve çinko bulunurken, hurmada sodyum, potasyum, magnezyum, kalsiyum ve demirin 2 kat daha fazla olduğu, düzenli yenilmesi halinde, kalp ve damar hastalıkları riskini azalttığı biliniyor. Yaklaşık yüzde 20 nem ihtiva eden taze hurmada yüzde 60-65 seker ve yüzde 2 protein, kurumuşunda ise yüzde 75-85 civarında şeker olduğunu hatırlatan uzmanlar, hurmanın faydalarını şöyle sıralıyor:
Orucun hurma ile açılması halinde, oruçtan dolayı insanın üzerinde oluşan halsizliği hurma birden giderir. Hurma aslında her öğünde yenilebilecek bir meyvedir. Mineraller açısından oldukça zengindir. İçeriğinde kalsiyum, potasyum, demir, B vitamini bulunmaktadır. Hurma bedeni ve zihni gelişmeyi sağlar. Kansere karşı koruyucu olduğu bilinir. Boğaz ağrısına keser. Bronşit, öksürük ve soğuk algınlığı şikâyetlerini giderir. Kemik hastalıklarında faydalıdır.”
Bunun dışında konunun dil ile ilgili kısmına geldiğimizde,bir kavram kargaşası olduğunu gözlemlemekteyiz.Hurma palmiyegillerden yirmiden fazla çeşidi olan(Bu konuda Erdil Bey daha bilgili tabii,ben yazılanlardan bir sonuç çıkarmaya çalıştım)bir bitki.Yaş olarak tüketildiği gibi kuru olarakta tüketiliyor.Ülkemizde farklı isimlerle biliniyor aslında aynı meyve.
'Hurma' ismi kelime olarak Farsça 'dan geçmiş , bizde aynı şekilde meyve ismi olarak kullanıyoruz.Arapçada 'hurma ;kadın' anlamındadır.
Hurmadan başladık,hurma ile ilgili bir şiirle bitirelim.Umarım cevaplanmıştır bazı sorular:
"Bir Hurma Kütüğü uzaklarda ;
Yâri uğruna sevda türküleri yakan.
İnim inim inleten on sekiz bin âlemi.
Sadece bir kütük !..
Ya mübarek !...
Senin kadar olamadık..
Bir damla gözyaşı dökemedik.
Olan, olması gereken ve olduğunun farkında olamayan bizler...
Senin yanında,
Kütükleşmeyi bile beceremedik!.." Kenan Özmen
Ayda

Pazartesi, Eylül 25, 2006

IKI ARKADAS

MySpace Layouts



Azraille Arkadaş
Adamın biri bir vesile ile Azrail ile tanışmış ve arkadaş olmuş ve arkadaşına “Biliyorum senin elinden kurtuluş yok,ancak benim senden bir istirhamın olacak: Geleceğin zaman bana haber verirsen hiç değilse hazırlık yapar ve bazı işlerimi tamamlamaya çalışırım” der. Fakat aradan bir süre geçtikten sonra Azrail bu arkadaşının canını almaya gelir. Arkadaşı “Hani bana söz vermiştin,niçin habersiz geldin?” der. Azrail de “Ben sana haber verdim ama sen anlamadın. Önce saçın sakalın ağardı, sonra dizlerinin dermanı kesildi, ellerin titremeye başladı, bütün bunlar ölümün birer habercisiydi.” der.
H.A.E.Saygilarla

CAMILERIMIZ ve SEHITLIK BERLIN...




Türk şehitliği/ Camii

Berlin’deki Türk Şehitliğinde inşa edilen cami, Türk-İslam mimari anlayışıyla Avrupa’daki diğer camilerden ayrılıyor. Yakın zamanda tamamlanacak olan kültür merkezi ile de Berlin Türk Şehitliği’nin kültür ve dinlerin birleştiği bir merkez olması amaçlanıyor.
Almanya’nın başkenti Berlin’deki Türk Şehitlik Camii, görülmesi gereken mekanların başında geliyor. Adını şehit mezarlarının olduğu araziden alan caminin üzerinde bulunduğu mekanın öyle bir mazisi var ki dinleyenleri cezbediyor. Üstelik bu cami birçok özelliğiyle Avrupa’da inşa edilen diğer camilerden de ayrılıyor.
Berlin’deki Türk Şehitliği’nin inşası 1700’lü yıllara, Osmanlı-Prusya dostluğuna dayanıyor. İlk Osmanlı-Prusya Dostluk ve Ticaret Anlaşması II. Friedrich Wilhelm (Büyük Frederik) zamanında imzalanır. II. Friedrich Wilhelm, Türk-Alman toplumlarının karşılıklı ilişkilerini anlatırken, “Eğer Türkler gelip ülkeme yerleşmiş olsalardı onlara camiler yapardım.” ifadesini kullanır.
Türk Şehitliği’nin kuruluşu, Osmanlı’nın ilk sürekli sefiri (elçisi) olarak 3 Haziran 1797’de Berlin’e giden devlet adamı, şair ve mutasavvıf Giritli Ali Aziz Efendi’nin vefatına dayanır. 1798’de vefat eden Ali Aziz Efendi’nin naaşının o dönemde ülkeye nakli mümkün olmadığından Prusya Kralı III. Friedrich Wilhelm bir yer tahsis eder. 1804’te Osmanlı maslahatgüzarı Mehmed Esad Efendi de Berlin’de vefat edince Ali Aziz Efendi’nin yanına defnedilir. 1866’da eski Türk mezarlığı, zamanın Osmanlı Padişahı’nın izni alınarak lağvedilir ve yerine bugünkü Columbiadamm adlı yere nakledilir. Birinci Dünya Savaşı’nda yaralanarak tedavi için getirildikleri Berlin’de vefat eden Osmanlı Türk subayları da defnedilince mezarlığa “Şehitlik” denmeye başlar. Ermeniler tarafından Berlin’de öldürülen Talat Paşa da 1943’te Türkiye’ye nakledilinceye kadar burada yatar.
Türk Şehitliği, yalnızca Osmanlı Türk subayları ya da devlet adamlarına değil Arap, Kazak, Pakistanlı, İranlı, Kırımlı, Filistinli, Tunuslu Müslümanlara da ev sahipliği yapıyor. İmam Harun Bulut, “Şehitlik arazisinin Osmanlı’ya verilmesinin ardından ilk zamanlar bütün mezarlığı dolduracak kadar şehit yoktu. Dolayısıyla Müslüman toprağı olması nedeniyle o dönemde Türkiye ve diğer milletlerden gelip vefat eden insanlar arazi müsaitken buraya defnedilmiş.” diyor. Berlin Türk Şehitliği’nin önemli bir özelliği de cumhuriyetin ilânından sonra doğrudan Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması. 1924-1990 arasında Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı kalan arazi bu yönüyle dünyada bir ilk olma özelliğine sahip. 1980’de, bir de mescit inşa edilir. Arazinin Diyanet İşleri’ne devredilmesi ise ancak mescit kurulduktan yaklaşık 15 yıl sonra iki minareli bir cami kurulması kararı alınınca gerçekleşir. Mescit ise 1998 yılında yıkılır.
Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra şehrin tekrar önemli bir merkez haline gelmesiyle birlikte Almanya’daki Diyanet İşleri Türk-İslam Birliği yeni bir proje hazırlayarak, bütün Müslümanların çok amaçlı faydalanabileceği bir proje gerçekleştirmeye karar verir. Berlin Şehitlik Camii ve Kültür Merkezi adıyla 1994’te hayata geçirilmek istenen projenin uygulanmasına ancak 1999’da başlanabilir. Harun Bulut, projenin uzun çalışmalar sonucu Türk-İslam mimarisini yansıtacak şekilde hazırlandığını söylüyor. Proje çerçevesinde cami inşaatı tamamlandı; ama kültür merkezinin yapımına devam ediliyor.
Proje tamamlandığında arazi üzerinde çok maksatlı salon, 225 kişilik konferans salonu, sergi salonu, Türk el sanatları galerisi, spor salonu, kitap satış ünitesi, kütüphane, okuma odası ve klasik Türk evi tarzında sohbet odası yer alacak. 3 bin 555 metrekarelik bir inşaat alanına sahip projenin toplam maliyeti ise yaklaşık 2 milyon 350 bin Euro. Finansman Almanya’da yaşayan Müslümanlar tarafından karşılanıyor. Harun Bulut, Berlin Şehitlik Camii’nin şu anda milli bir araziye sahip olması ve mimari özellikleriyle Avrupa’daki diğer camilerden ayrıldığını ve tek olduğunu söylüyor.
H.A.E. Saygilarla

Pazar, Eylül 24, 2006

Ramazan Eğlenceleri


Direklerarasından Bugüne...
Mahalle kahvesine çıkmak ya da komşulara gitmekten öteye geçemeyen gece hayatı, Ramazan'da bambaşka bir biçime bürünürdü. Mahyalarla süslenmiş ışıltılı İstanbul'da gezmek ayrı bir keyifti.İftardan sonra erkekler dışarı çıkar,özellikle yaz aylarına rastlayan ramazanlarda eski İstanbul'da Fatih, Şehzadebaşı, Laleli, Beyazıt, Sultanahmet, Ayasofya, Eyüp, Mahmutpaşa, Sultanselim camileri meydanlarındaki açık hava kahvelerine gidilir, teravih namazına kadar çubuk, nargile, kahve vb. içilip sohbet edilirdi.
Namazdan sonra eğlence yerleri gitmek adettendi. Özellikle Şehzadebaşı'ndaki Direklerarası en canlı eğlence merkezlerindendi. Tavuk Pazarı'ndaki semai kahveleri, Şehzadebaşı'nda sergilenen kukla, Karagöz, Ortaoyunu gösterileri, bazı ünlü meddahların devam ettiği kahveler en çok ilgi gören eğlence mekanlarıydı. Kavuklusuyla, pişekarıyla, davul ve zurnanın coşkulu sesiyle, lavanta kokularıyla orta oyunu, bir başka alemdi.Orta oyununda olaydan çok nükteye yer verildiği için, oyuncular aralarında tespit ettikleri konuyu çoğu zaman taklit ve nükte üstüne nükte yaparak hareketlendirir ve renklendirirlerdi..Yine Çalgılı kahveler, erkeklerin Ramazan gecelerinde gittikleri, müzik ve eğlencenin tam anlamıyla yaşandığı eğlence yerlerindendi. Çalgıcı takımı genellikle yüksekçe bir yerde oturur ve teravih çıkışı cümbüşü başlatırdı. Önce klarnetle nihavent bir taksim... Arkasından mars temposunda bir alafranga parça... Gazeller, semailer, koşmalar, divanlar, maniler, destanlar arkadan gelirdi. Kadınlar da evlerde toplanır, çeşitli eğlenceler düzenleyip maniler okuyarak sahur vaktine değin hem eğlenip hem de sahur yemeği hazırlarlardı. Sabaha karşı davulcuların okuduğu maniler, sahuru haber verir, sahur yemeği yendikten sonra da yatılırdı.
Ayda

Cumartesi, Eylül 23, 2006

HOS GELDIN...



Manevi derecesi çok yüksek ve kazancı pek büyük olan Ramazan ayına girmiş bulunuyoruz, hepimize mübarek olsun!
Bu mübarek ayın geceleri de, gündüzleri de çok İyi değerlendirilmeli, elden geldiğince ibadete, hayır ve hasenata ağırlık verilmelidir. Çünkü, çok kârlı bir uhrevî kazanç mevsimidir. Sevgili peygamberimiz, Ramazanın önemi hakkında şöyle buyurmuştur: “Kim inanarak ve mükafatını Allah’tan bekleyerek Ramazanın gecelerini ihya ederse, onun geçmiş günahları bağışlanır”[1]. “Ramazanın evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluştur. Her kim, bu ayda idaresi altında bulunanların iş yükünü hafifletirse, Allah onu mağfiret eder ve cehennem azabından kurtarır”. “Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulur”[2].
Bu ay sabır, iyilik ve güzellik ayıdır. Müslümanın rızkının arttırıldığı bir aydır. Her kim bu ayda oruçlu bir kimseye iftar ettirirse, günahlarının affına ve cehennemden kurtuluşuna vesile olur. Ayrıca ona iftar edenin sevabı kadar sevap verilir ve İftar eden oruçlunun sevabında da bir eksilme olmaz. Bu iftarın mükellef sofralar ve ziyafetler şeklinde düzenlenmesi de şart değildir.
Bir lokma ekmek,bir hurma veya bir yudum su ile de olsa aynı sevabı alır. Yeter ki ikramlar, Allah rızası için yapılmış olsun. İftar davetlerinde lüks ve israftan kaçınılmalı ve bu davetlerde fakirlere de yer verilmelidir. Nitekim Peygamber efendimiz bu konuda bizleri şöyle ikaz etmektedir: “En kötü davet, zenginlerin çağrılıp; fakirlerin çağrılmadığı davettir”[3].
Muhterem Müslümanlar!
Bu ay bir başka yönüyle Kur’an ayıdır. Ramazan ayına kıymet veren olaylardan biri yüce kitabımız Kuran’ın bu ayda Sevgili Peygamberimize indirilmeye başlanmasıdır. Nitekim Kur' an-ı Kerim'de: “Ramazan ayı , insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olan Kur’an’ın indirildiği aydır.”[4] buyurulmaktadır. Peygamberimiz (s.a.v.) ve ashabı Kur'an'ı en çok bu ayda okurlar; cömertliği en çok bu ayda gösterirler ve ibadeti en çok bu ayda yaparlardı. Hele bu ayın son on gününe ulaşıldığında ise Sevgili Peygamberimiz, zamanının büyük kısmını ibadete ayırırdı[5].
Öyleyse bizlerde, Ramazan ayında camilerimizi olduğu gibi evlerimizi de Kur'an tilavetiyle ihya edelim. Zira Sevgili Peygamberimiz Kur’an okunmayan evi kabristana benzetmiş ve şöyle buyurmuştur: “Evlerinizi kabristana çevirmeyin! İçerisinde Kuran okunan eve şeytan girmez[6] Bununla birlikte Kuran’ın hikmeti ve ayetlerinin anlamı üzerinde genişçe düşünelim. Çünkü O bizleri her türlü kötülüklerden koruyacak ve mutlu bir hayatın yöntemini gösterecek ilahi bir rehberdir. Alimlerin doyamadığı bilgi ve hikmet kaynağıdır. Kalplerimizi O’nun mesajının nuruyla nurlandıralım. Bu ayda yapacağımız iyilikler ve ibadetlerle Allah’ın rızasını kazanarak kendimizi affettirme fırsatını kaçırmayalım.
[1] Nesai, İman, bab,22, V, 117
[2] Buhari, Savm, 5
[3] Müslim, Nikah, 110, II, 1053-4
[4] Bakara, 185
[5] Müslim, İ’tikaf, 7
[6] Tirmizi, Fedail, bab, 2, V, 117
Kaynak: Diyanetten alinmistir.
RAMAZAN FIKRASI
Efendim günlerden bir gün bir kurt yolda giderken yerde cansız yatan bir kuş görmüş. Fakat bakmış tam kuşun başında bir tilki var. Tilkiye sormuş :
- Yerde yatan kuşu görmüyor musun tilki kardeş. Niye yemiyorsun ?
Tilki de :
- Bu gün orucum demiş.
Kurt aklından tilkilerin ne kadar aptal olduklarını geçirmiş ve kuşu ısırmış ısırmasıyla büyük bir patlama olmuş.Aslında yerde hareketsiz yatan kuş bir tuzakmış. Tabi tuzaktan kurtulan kuş tilkiye kalmış. Tilki kuşu afiyetle yerken kan revan içinde yatan kurt :
- Ulan şerefsiz hani oruçtun demiş.
Tilkinin cevabı enteresan olmuş :
- Az önce top patladı duymadın mı ?
Selimiye Camii (Edirne) II. Selim'in emri üzerine Mimar Sinan tarafından Kıbrıs'ın fethiyle elde edilen ganimetlerle eski sarayın Baltacılar koğuşunun bulunduğu yerde yapılmıştır. 1568 - 1575 yıllarında tamamlanan Selimiye Camii Osmanlı-Türk mimarisinin en büyük eseridir. Üçer şerefeli dört minaresi vardır. Her minarenin yüksekliği 79,89 m.'dir. Kubbesi 31,28 m. çapında olan Selimiye Camii'nin Harim tarafındaki minarelerin şerefelerine ayrı ayrı yollardan çıkılabilmektedir.
Osmanlı hükümdarı II. Selim tarafından Mimar Sinan'a yaptırılan Selimiye Camii, zamanın başkenti olan Edirne'de, şehrin en yüksek noktasında Yıldırım Bayezıt'ın yaptırdığı Baltacılar Koğuşunun kalıntıları üzerine yapılmıştır. Yapımına 1569'da başlanmış ve 1575'de tamamlanmıştır. Osmanlı-Türk sanatının en muhteşem eseridir. Mimar Sinan, Selimiye için "ustalığımın eseri" demiştir. Açık havalarda Rodop Dağları'ndan ve Uzunköprü'nün Süleymaniye Köyü'nden görülebilmektedir.
Selimiye'de daha önceki hiç bir camide, Ayasofya ve Bizans eserinde ve antik çağ mabetlerinde görülmemiş bir teknik kullanılmıştır. Daha önceki kubbeli yapılarda, asıl kubbe kademeli yarım kubbelerin üzerinde yükselmesine rağmen, Selimiye Camii tek bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbe, 8 filayağına dayanan bir kasnak üzerine oturtulmuştur. Kasnak, filayaklarına kemerlerle bağlıdır. Kubbenin çapı 33,28 metre, yüksekliği de 15,86 metredir. Bu şekilde örttüğü iç mekana verdiği genişlik ve ferahlıkla birlikte mekanın bir kerede kolayca anlaşılmasını sağlar. Kubbe aynı zamanda camiinin dış görünüşünün ana hatlarını da belirler.
Selimiye'nin herbiri 70,89 metre yüksekliğinde, kalem gibi incecik 4 minaresi vardır. Minareler üçer şerefelidir. İki minaresinde şerefelerin üçüne giden yol ayrıdır. Bu minarelerden aynı anda üç şerefeye de birbirini görmeden üç kişi çıkabilir. Öndeki iki minarenin taş oymaları çukur, ortadaki minarelerin oymaları ise kabarıktır. Minarelerin kubbeye yakın olması, camiyi göğe doğru uzanıyormuş gibi gösteren bir görünüş güzelliği sağlar. Diğer camilerde ise minareler açığa yapılmış ve yapı genişlemiştir.
Caminin mimarisinde olduğu kadar, mermer, çini ve hat işçiliklerinde de kusursuzluğa varılmıştır. Yapının içi İznik çinileriyle süslüdür. Büyük kubbenin tam altındaki Hünkar mahfili, 12 mermer sütunlu ve 2 metre yüksekliktedir. Çinilerin bir kısmı 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşında, Rus generali Skobelef tarafından sökülerek Moskova'ya götürülmüştür.
Yapının, kuzeye, güneye ve avluya açılan 3 kapısı vardır. İç avlu, revaklar ve kubbelerle süslüdür. Avlunun ortasında mermerden özenle işlenmiş bir şadırvan vardır. Dış avluda ise Sıbyan Mektebi, Darül Kurra, Darül Hadis, medrese, imaret bulunmaktadır. Sıbyan Mektebi günümüzde Çocuk Kütüphanesi, medrese ise müze olarak kullanılmaktadır. Önceden aydınlatma sistemi olmadığından Camii Meşalelerle Aydınlatılmakta idi. Fakat meşalelerden çıkan dumanlar Olağanüstü Teknikle yapılmış hava akımına kapılıp bir delikten dışarı çıkmaktaydı.
Saygilarla. H.A.E
H.A.E

Çarşamba, Eylül 20, 2006

SEVGILI DOSTLAR....


Bir Ramazani daha karsiliyoruz.Bütün bir Ramazan ayi boyunca sizlerle bu sayfada her gün beraber olacagiz.Sizlerle eski Ramazan günlerine bu günün Ramazan ayini,Iftar sofralarini,Anilari anlatmaya calisacagiz. Bir ay müddetce beraber olacagiz.Bu sayfalarda yazilarini zevkle okudugunuz arkadaslar sizler icin yazacaklar.Sorulariniza isteklerinize cevap vermeye calisacaklar.
Mutlu sihhat dolu günler , bu mubarek ayin gönlünüzce gecmesi dilegi ile.

Ramazan ayinda sizler icin yazicak arkadaslar.
Saygilarla.