... SORUNU CÖZERSEN ONU BIR GÜN ICIN ÖZGÜR KILARSIN, BIR INSANA SORUNLARINI CÖZMEYI ÖGRETIRSEN ONU HAYATI BOYUNCA KENDINDEN EMIN KILARSIN. blog layouts

BIR INSANIN CAHIL OLDUGUNU BILMESI / ILME ATILMIS ILK ADIMDIR

Perşembe, Kasım 30, 2006

ARALIK AYI...

image hosting file



Bu ayi Saglik adi altinda.Bu konuya ayiracagiz.Kasim ayi icersinde yazi gönderen blog arkadaslarima buradan tesekkürü borc bilirim.Sayin ögretmenlerimizin katkisi ile ve Egitim icin caba veren bu blog arkadaslarim.Fikir ve düsüncelerini sizler icin paylasmaya calistilar.27.Kasim. yazimda günlük yasamimizin en önemli konusu olan beslenme ve bunun pro ve kontralari ile sizlerle olmaya calisacagiz.Bu konuda sizler icin Avrupa ve Dünya saglik kuruluslarin yayinladigi bültenlerde saglik konumunu.Kiymetli Saglik uzmanlarin bilgilerinden faydalanarak sizlere bu konu da bilgi vermeye calisacagiz.Biliyorsunuz ki bu sayfa blog sayfalari olan bütün arkadaslara acik bir sayfadir.Bu sayfaya katki da bulunmak istiyen bütün blog arkadaslar yazi yazmak istedikleri taktirde Erdil1@msn.com adresine e mail atarak bu konuda bilgi alabilirler.
H.A.E.
Saygilarimla.

Çarşamba, Kasım 29, 2006

EĞİTİM ŞART...





Cem Yılmaz’ın meşhur reklam filmi hafızalarınızdadır. Hâlen yayında mıdır ?
Bilemem.
Hani korsan gıda maddesi imâl ederken yakalandığı reklam filmi.
Sonra polis baskını.
Merkeze götürülürken polis otosunda kullandığı o insanı güldüren akıllardan çıkmayan repliği : ‘Eğitim Şart !
Usülsüz bir eylem ya da işlem yapıldığını gördüğümüzde, suçluyu bulmuşuzdur.
Eğitim.
Yani eğitimsizlik.
Gecekondusuna kaçak elektrik çeken birisini fark ettik.
Cezai işlemler yapıla dursun, yaygın ve oldukça da tutmuş bir eleştiri şeklidir :
-‘Efendim, eğitim şart bu ülkeye !’
Mesela ülkenin periferisindeki (varoş/banliyo/taşra) bir gecekonduda kaçak elektrik kullanıldığı tespit edildiğinde, kelli felli bakanlar hemen kameraların karşısına çıkarlar.
Halkın bilinçlendirilmesi gerektiğinden, kaçak elektrik kullanımının bu yıl bilmem kaç yüzbin kilowat saat olduğundan dem vururlar.
Kitlelerin eğitilerek, bunun ülke ekonomisine getirdiği zararların anlatılması gerektiğini söyler dururlar.
Söylerler de, örneğin bir elektrik santrali ile ilgili enerji ihalesi söz konusu olduğunda, ‘eğitim şart’ teranesi burada zikredilmez.
Çünkü asıl mesele eğitim falan değildir.
Herkesin bir fiyatı olduğu gerçeği ile ilgilidir.
Oportünizmin (fırsatçılık) niceliği ile ilgilidir.
Kimin neye ne şekilde tenezzül edeceği ile ilgilidir.
Düşününüz lütfen.
Kaçak elektrik kullanan ile enerji ihalesinde yolsuzluk yapanın arasında etik (ahlaki) açıdan bir fark var mıdır yok mudur ?
Peki neden birinde ‘eğitim şart’ martavalına maruz kalırız da, diğerinde işin bu kısmından hiç bahsedilmez ?
Çünkü her zaman dediğimiz gibi:
Bu ülkeyi en iyi soyanlar, en iyi eğitilenlerdir de aynı zamanda.
Ne bileyim, örneğin Engin Civan, Boğaziçi Üniversitesi mezunuydu...
Politikacılara ve bakanlara hiç girmeyeceğim yoksa işin içinden çıkamam !
Bir de güzel isim bulmuşlar:
‘Nitelikli dolandırıcılık !’
Efendiler !
Dolandırıcılığın niteliklisi (kaliteli / vasıflı ) mi olurmuş ?
Yok olur diye iddia ederseniz, bunun temelinde ‘eğitim’ olduğu gerçeğini de göz ardı edemezsiniz.
Eğitilmemiş bir insan nasıl vasıflı bir dolandırıcı olabilir ?
Olamaz.
Eğitemediğiniz adamların yaptıkları dolandırıcılıklar da, niteliksiz (kalitesiz/vasıfsız) olarak ortada kalır.
Zaten Türk Ceza Kanunu’ na eklenen bilişim suçları adlı maddeler de , aslında bu ‘eğitim şart’ hikayesini başlı başına çürütüyor.
Çünkü bilişim suçları ekseriyetle eğitilmişler içindir...
Hacı Şevko Ağalar için değil !
Selâmetle...
BAVER

Salı, Kasım 28, 2006

SÖZDE OKUL! DİZİLERİNE HAYIR



Son günlerde okullarda şiddet ve öğretmenlere yapılan davranışlar
hepimizin gözünden kaçmıyordur.
İnsanımızın büyüklerine göstermiş olduğu saygının ne kadar düşmüş olduğunun bir ifadesidir bu.

İlkokullarda "öğretmenim canım benim" şarkısı ile büyüyorduk şimdi ise öğretmenlerimizi ne acıdır ki düşünmeye bile tenezzül etmeyeceğimiz davranışlarla rencide etmeye başladık. TV dünyasının buna çok büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. Şiddet artık aldı başını gidiyor.

KanalD'de "Acemi Cadı "adında bir dizi var. Bana göre tam bir saçmalıklar
yuvası. lakayt öğrenci davranışları,kızları hiçte öğrenciye yakışmayacak şekilde giydikleri 1
karış etekleri,gömlek yakalarının gögüslerine kadar açık olup,çeşit çeşit takıların takılması,,erkek öğrencilerin son moda dergilerinden fırlamış izlenimi yaratan saç modelleri,giyim kuşamları,hal-hareketleri,sadece aşkın yaşanması ve marka kıyafetlerin teşhiri için gelinen okul ortamı,öğretmenlerin her seferinde ti'ye alınması aklıma gelen bazı detaylar sadece.

Ama tüm bunların yanında öğrencilerin okul öğretmenlerine ve müdürüne yapmış olduğu hareketlerin tavırların sözlerin bizim şuandaki gençliğimizin davranışlarıyla ne kadar örtüştüğünü üzülerek gördüm.Zamane gençliği zaten bu üzücü yolda iken üstüne üstlük TV proğramlarının ve okul!dizilerinin buna çanak tutmamasını,bu olayların,davranışların meşru imiş gibi,asıl olması gereken bunlarmış gibi göstermesine tahammül edemiyorum.

Mesela bir bölümde kapının önünde üç tane öğrenci sınıfa müdür girmek isterken önüne geçiyor ve "buraya girmeniz yasak" gibi bir tabir ile müdürü ile konuşan kabadayı öğrenciler.Ve müdürün bundan korkması,diğer öğretmenlerin bu yapılan son derece çirkin olaya bir tepki göstermemesi kabul edilemez bir durumdur.

Buradan tüm okuyucu arkadaşlarıma bir çağrı yapmak istiyorum. Kanal D televizyonunun gençliğimizi dejenere eden bu yapıtlara ve özellikle bu Acemi Cadı adlı dizinin tüm öğretmenlerimizi rencide ettiğini düşünerek yayından kaldırılmasını ve öğretmenlerimizden özür dilemesini sağlamaya çalışalım. Nereye ne şekilde başvurmamız gerekiyorsa yapalım. Ben kendim ve meslektaşlarım adına kanalD internet yorum köşesine,orada verilen mail adreslerine bununla ilgili sıkıntımı içeren uzun bir mail attım.Bunu herkesin yapmasını diliyorum. Çünkü bunu yapabilecek kadar kalabalık bir topluluğuz.
Hepinize şimdiden teşekkür ediyorum.

BİYONİKKEDİ

Pazartesi, Kasım 27, 2006

TÜKETTIGIMIZ..


Bu gün egitim olarak biraz da kendimizi sorgulamak istiyorum.Günlük tüketimimiz de yer alan gida maddeleri; ne kadar taniyoruz ? Daha dogrusu bu konuda hakikaten bilgilerimizi günlük yasamimizda uyguluya biliyormuyuz.Tükettigimiz gida maddelerinin
tüketim tarihlerinden tutup, tencerimize kadar gecen sureyi bilinci olarak biliyormuyuz...
Bu gün gazeteler ve medya da okudugumuz ve gördügümüz zehirlenme vakalarini yanliz bir tek suclu üzerinde yogunlanarak mi görüyoruz...
Hangi gida maddelerinin icerikligi beraberinde aldigimiz diger gida maddelerinin bize verdigi besin degerlerinin nasil yok ettigini biliyormuyuz ?"Tipki a ilacin b ilaci ile beraber alinmamasi gibi"
gida maddelerinin derhal tüketilmesi, gida maddelerinin market'lerden evimize kadar gecen süre , nasil transport etmemiz.Tüketimin icerikligi icersinde hangi lerini kisa bir zaman icin sakliyabilecigimiz hakkinda bilgi sahibimiyiz.En önemlisi gida maddeleri hakkinda kimyevi katki maddelerinin kod ve nolari hakkinda ne kadar bilgi sahibiyiz.Biliyoruz ki insan vucudunun depolama gibi bir harikaligi var bu gida yoluyla aldigimiz kimyevi maddeler bizlerde ileriye dönük ne gibi "cilt rahatsizliklari en cok görülen" ve diger rahatsizliklara yol acabilecegini biliyormuyuz.Asagida bu konu ile ilgili bir örnek vermek istiyorum.

HORMONLAR VE ZİRAİ MÜCADELE İLAÇLARI KONUSUNDA NE KADAR BİLİYORUZ ?
Sebze ve Meyvelerde Hormon Var Mı?

Doğal olarak bitkilerde oluşan, büyüme ile buna bağlı diğer fizyolojik hareketleri kontrol eden ve oluştukları yerden bitkinin diğer kısımlarına taşınabilen, çok az miktarda bile etkilerini gösterebilen organik maddelere ‘’Bitki Gelişim Düzenleyiciler (BGD) veya Bitkisel Hormanlar ’’ adı verilir.BGD’ler, bitki bünyesinde üretildikleri gibi, sentetik olarak da elde edilebilirler.
Seralarda sıcaklığın 13OC’nin altına düştüğü dönemlerde özellikle domates, patlıcan ve kabak döllenme zorluğu çektiğinden seraların ısıtılması gerekmektedir. Yeterince tarımsal destek almayan üreticiler için ısıtma yönteminin daha pahalı olmasından dolayı sentetik BGD’ler kullanılmaktadır.
BGD’ler sera ürünlerinde sadece domates, patlıcan ve çiçeklenme döneminde döllenmeyi sağlama amaçlı kullanılmaktadır. Hasat dönemine kadar geçen 90 günlük sürede, zaten çok seyreltik olarak kullanılan bu maddeler bitki bünyesinde parçalanarak atılmakta, soframıza gelen üründe kalıntı kalmamaktadır.
Hormon tartışmalarının sürekli odağında bulunan salatalık ise kendi kendini dölleyebilen bir bitkidir. Bu nedenle hormon ya da sentetik benzerlerine ihtiyacı yoktur.
Yine hormon tartışmalarının vazgeçilmeyen ürünü biberde de kesinlikle hormon ya da sentetik benzerleri kullanılmamaktadır.
Piyasaya her çıktığında hormon tartışmalarını medyanın gündemine oturan bir diğer ürün ise çilektir. Nedeni de eskiden olduğu gibi küçük değil de birdenbire irileşmesidir. Herkesi tedirgin eden o iri çilekler Kamarosa cinsidir.İriliklerinin nedeni çeşit özelliğinden kaynaklanmakta olup, hormonla hiçbir ilişkisi yoktur. Unutulmamalıdır ki, çilekte hormon ya da sentetik benzerlerinin kullanımı sadece yaprağı ve sapı büyütülmektedir, çileği değil !
Hormonların ya da sentetik benzerlerinin tarım ürünlerinde kullanımı konusundaki tartışmalar, medya tarafından, belki de sadece reyting uğruna sık sık ve gereksiz yere gündeme getirilerek insanlarımız tedirgin edilmektedir. Burada önemli bir noktaya dikkat çekmek gerekir, sebze ihracatımızın hemen tamamı Avrupa ülkelerine yapılmaktadır ve bu ülkeler gıda güvenliği konusunda son derece hassas ve duyarlıdırlar. Bugüne dek hormon nedeniyle geri dönmüş bir ürünümüz bulunmamaktadır.
Hormon tartışmalarının sık sık gündeme gelmesi üzerine, tartışmaların hedefi haline gelen ve zarar gören üretici de konunun üzerine titizlikle eğilmiş ve sera ürünlerinde döllenmeyi kolaylaştırmak amacıyla Bambus arıları kullanılmaya başlamıştır.
Tüm bu açıklamalara karşın tüketici hala tedirginliğini üzerinden atmıyorsa o zaman tek çözüm yolu kalıyor o da ürünleri mevsiminde tüketmek.Çünkü hormonun sentetik benzeri kış aylarında ve serada kullanılmaktadır.
Tıp dünyası, bitki gelişim düzenleyicilerin insan sağlığı üzerine olumsuz bir etkisini henüz tespit edilebilmiş değildir. Asıl üzerinde durulması gereken konu zirai mücadele ilaçlarının yanlış kullanımının önüne geçilmesi olmalıdır.

Tavukta Hormon Var Mı?
Tıpkı sera ürünlerinde olduğu gibi tavukta da herhangi bir amaç için kesinlikle hormon kullanılmamaktadır.Gerek sera ürünleri gerekse tavukta hormon konusunda şu gerçek net bir şekilde bilinmelidir; ülkemizde hormon üretimi, ithalatı ve kullanımı yasaktır.
Hormon, bitkisel ve hayvansal üretimde kullanılamayacak kadar pahalıdır.
Ülkemizde tüketiciyi tavuk konusunda en tedirgin eden nokta bunların 40-45 günde nasıl kesilecek kadar büyüyebildikleri konusudur. Bu sorunun cevabı için tavukçuluğun tarihsel gelişimini kısaca gözden geçirmek gerek. Türkiye’ye 1950’lerde yeni tavuk ırkları getirilmiştir. Bunlar saf ırklardı. Onlarca yıl süren ıslah çalışmaları sonrası verimi yüksek hibrit ırklar geliştirildi. Bunun yanında yem sanayi ilerledi. Günümüzde civcive başka, pilice başka, etçi tavuğa başka, yumurtacı tavuğa başka yemler üretilmektedir. İlker kümeslerin yerine artık modren kümesler inşa edilmektedir. Etkili aşılar geliştirildiği için tavuklar eskisi kadar hastalıklardan etkilenmemekte ve ölmemektedirler.Tavukların Tavukların 40-45 günde kesime gelebilmeleri bu gelişmeler ve değişimlerle sağlanmıştır.
Tavukta hormon kullanılmamaktadır. Ancak, antibiyotik kullanımı mevcuttur.
Bakterilerde direnç geliştirdikleri için birçok antibiyotiğin kullanımı artık yasaklanmıştır. Günümüzde iki antibiyotik yalnızca koruyucu olarak kullanılmaktadır. Kullanılan antibiyotiği kesime 5-7 gün kala kesmek gerekiyor. Bu süre içinde ilaç tavuğun bünyesinden atılabilmektedir. 2001 yılında bu yana Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, kalıntı izleme programı çerçevesinde birçok analiz yapmıştır ve piliç etinde ilaç kalıntısına rastlanmıştır.
Türkiye tavukçuluğu Avrupa Birliği’ndeki tavukçuluğun daha önündedir.Çünkü, bizdeki tesisler son teknolojiye göre yapılmıştır. AB’dekiler ise 20-30 yıl öncesinin teknolojisine sahiptir. AB ülkelerine ihracat yapabilecek çok sayıda tavukçuluk şirketimiz bulunmaktadır.
Tüketicinin tavuk konusunda asıl dikkat etmesi gerek konu kaliteli firmaların ürününü, hijyen şartlarını yerine getiren ve soğuk zinciri devam ettirebilecek kapasitedeki alışveriş noktalarından almaya özen göstermesi olmalıdır.


Zirai Mücadele İlaçları Zehir Saçıyor mu?

Bitkisel üretimde hastalıklar, zararlılar ve yabancı otlar üründe % 65’e varan bir kayıba neden olmaktadır.İstatistiklere göre dünyada bu şekilde oluşan ürün kaybı 23 milyon ton olup 150 milyon insanın bir yıllık ihtiyacı kadardır. Bu nedenle tarımda hastalık, zararlı ve yabancı otlara karşı zirai mücadele bir zorunluluktur.Bu amaçla en çok kullanılan da kimyasal ilaçlardır.
Ülkemizde ruhsatlandırılarak kullanılan zirai mücadele ilaçlarının kaliteleri Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Uluslararası Ortak Pestisit Analiz konseyi (CIPAC)’nın kriterlerine uygundur ve aynı standartlar içindedir.
Avrupa ülkeleri ile karşılaştırıldığında ülkemizde ziari mücadele ilacı kullanımı oldukça düşük düzeydedir.Hektara aktif madde olarak Almanya ve Fransa’da 4.7 kg, Yunanistan’da 6 kg, İtalya’da 7.6 kg, Belçika’da 11.3 kg, Hollanda’da 17.8 kg, Türkiye’de 600 gram zirai mücadele ilacı kullanılmaktadır. Ancak, tarımın yoğun olarak yapıldığı Ege ve Akdeniz Bölgelerimizde zirai mücadele ilacı kullanımı birçok Avrupa ülkesinin üzerindedir.
Zirai mücadele ilaçlarının yanlış kullanımı konusunda yakın dönem sorunlarından örnek vermek gerekirse , Methamidophos adlı ilacın kullanımı nedeniyle Almanya’ya ihraç ettiğimiz biberlerimizde sorun yaşadığımızı görüyoruz (Methamidophos kullanımı şu anda ülkemizde yasaklanmıştır). Bu ilaç sadece tütün ve pamukta kullanılmak üzere ruhsatlı, çok zehirli bir zirai mücadele ilacıdır. Gıda maddesi olarak tüketilecek tarım ürünlerinde kullanımı kesinlikle yasaktır. Ancak çok zehirli olması, hastalık ve zararlılara karşı oldukça etkili ve ayrıca ucuz olmasından dolayı üretici tarafından tercih edilmektedir.Kontrol sisteminin yeterli olmaması, üreticinin istediği ilacı kolayca satın alabilmesi ve istediği üründe rahatça kullanılabilmesi sorumsuzluğu bu gibi hataları doğurmakta, sağlığımızı riske atabilmektedir.
Yine yakın zamanda ihraç patlıcanlarımızda İsveç, Neoron ticari markalı zirai mücadele ilacının kalıntısını tespit etti. Sebze ve meyvede kullanımı ruhsatlı olan bu ilaç hasattan 14 gün önce kullanımına son verilmesi gereken bir zirai mücadele ilacıdır. Bekleme süresinin oldukça uzun olması nedeniyle kalıntı bırakmaması açısından hasat zamanına yakın kullanılmaması gerekir. Aksi taktirde (14 gün bekledikten sonra ürünü hasat etmek gerekir ) sık sık hasat edilmesi gereken ürünler için uygun olmaz. İsveç’e ihraç edilen patlıcanlarımızda ya kullanılması gerekenin üzerinde bir doz kullanılmış olabilir ya da 14 günlük süre beklemeden hasat edilmiş olabilir. Ancak nedeni ne olursa olsun yapılan her hata türkiye’yi riskli ülkeler grubuna sokmaktadır.
Zirai mücadele ilaçları zamanında, uygun ürüne, dozunda kullanıldığında ve hasada kadar olan bekleme sürelerine uyulduğunda sağlık açısından bir sorun yaratmamaktadır. Unutulmamalıdır ki, hastalandığımızda kullandığımız antibiyotikleri dahi usulüne uygun kullanmadığımızda sağlığımıza zarar veririz.
Zirai mücadele ilaçlarının yanlış kullanımının önüne geçilebilmesi için ilaç bayileri ziraat mühendisi olmalı, ilaçlar reçete ile satılmalı, üreticiler tarımsal danışmanlık hizmeti satın almalı, etiketten tarlaya-tarladan sofraya izleme sistemi kurulmalı ve Tarım Bakanlığı denetimlerini artırmalıdır.Eger burayi tiklarsaniz Gida maddeleri ile ilgili kanunlari okuyabilirsiniz.
Kaynak olarak Internet sayfalarindan faydalanilmistir.
Sizlere kullandiginiz gida maddeleri üzerindeki Kimyevi katki Numaralarini veriyorum lütfen bi kenara not edip Dostlariniza da cogaltarak verebilirsiniz.
ZARARSIZ KATKILAR
E100, 103, 104, 105, 111, 121, 122, 126,130, 132, 140,151, 152, 160, 161,162, 163, 170, 174, 175, 180, 181, 200, 201, 202, 203, 236, 237, 238, 260,261, 262, 263, 270, 280, 281, 282, 290, 300, 301, 303, 304,305, 306, 307,308, 309, 322, 325, 326, 327, 331, 332, 333, 334, 336, 337, 382, 400, 401,402, 403, 404,405, 406, 408, 410, 411, 420, 421, 422,440,471, 472, 473, 474,475,480


SUPHELI KATKILAR
E125, 141, 150, 153, 171, 172, 173, 240, 241, 477, 605,E220,221,222,223,224,338, 339, 340, 341, 460, 461, 466, 407 (MIDE VE BAGIRSAK HASTALIKLARI), E200 (VUCUTTAKI VITAMIN B12 YI YOK EDIYOR) E250,251, 320, 321 (KALP HASTALIKLARI, DAMAR SERTLIKLER VE TIKANIKLIKLARI)


TEHLIKELI KATKILAR
E102, 120, E311, 312 (NOROLOJIK HASTALIKLAR)

KANSEROJEN KATKILAR
E102, 110, 123, 124, 131, 142, 210, 211, 213, 214, 215,216, 217
ORNEGIN E211-SODYUM BENZOAT KETCAPLARDA BULUNMAKTADIR.
123,110 ABD, INGILTERE, FRANSA, ALMANYA, RUSYA,JAPONYA VE DAHA BIRÇOK ULKEDE YASAKLANMISTIR. FAKAT ULKEMIZDE RENKLI DRAJE CIKOLATALARDA VE KAYMAKLI BISKUVILERDE KULLANILMAKTADIR.

EN TEHLIKELI KANSEROJEN KATKI
E330 ( NE YAZIK KI BIRCOK HAZIR GIDADA KULLANILMAKTADIR.)
BAZI HAZIR GIDALARDA TESBIT EDILEN KATKI MADDELERI
E330 - ULKER LUKS GOFRET, MEYSU (OZELLIKLE KAYISI), KNOR DOMATES CORBA, TUM TENEKE KONSERVE VE TURSULAR, 7UP, SCHWEPPES (TUM URUNLERI), JELIBON, TAMEK YAPRAK SARMA, PIYALE HAZIR CORBA, OLIPS, E250 -TUM SALAMLARDA E300 - FANTA PORTAKAL, CINOMEL E320 -ETI PUFY, KNORR ISKEMBE CORBA E223 - ULKER HAYLAYF, ALBENI E322 - ULKER COKOKREM
Kaynak Beslenme Bülteni:Doç. Dr. Mustafa TURKMEN

Saygilarla.
H.A.E

Pazar, Kasım 26, 2006

RESİM DERSİ NASIL SEVDİRİLİR?



Buna hep verdiğim en kestirme cevabıyla:”Resim dersi sevdirilmez.Resim dersi ya seviliyordur ya sevilmiyordur.Yani öğrenci resme karşı ilgili,kabiliyetli ise zaten bu dersi zevkle yaptığı için seviyordur.

MySpaceYok öğrenci Cin Ali çizmekten bile anlamıyorsa bu ders onun için eziyettir,zuldür ancak geçer not almak için girilen zorunlu bir derstir.”

Resim dersi ve diğer tüm derslerin bizatihi kendisinden daha çok,ders öğretmeninin sevilmesiyle sevilebileceği görüşünü savunurum ben.

Bir dersin sevilip sevilmemesini kesinlikle öğretmen belirler diye düşünüyorum.Öğrenci resim dersini seviyor farzediniz ve çok yetenekli de ayrıca.Fakat öyle bir öğretmeni vardır ki öğrenciyi resim dersinden soğutmak için ,elinden gelen her şeyi yapıyorsa öğrenci için artık resim sevgisi diye bir şey kalmaz.Kalan tek şey ailesinin:”Çocuğumuzun resmi çok güzeldir aslında ama eskiden daha çok severdi,demek ki büyüdükçe ilgisi başka yönlere kaydı.Artık eskisi kadar zevkle ve istekle yapmıyor resimlerini”söylemidir.İşin kötüsü resim öğretmeni farkında bile değildir yaptığı aslında iyiniyetli fakat kötü bu davranış biçiminin.Yoksa hiçbir öğretmen bile isteye kendi uzmanlık alanı,branşı dersten öğrenciyi soğutma çabaları içinde olmaz asla.

Ben bu konuda kendimi,kardeşlerimi,yakın çevremi ve meslek hayatımda öğrencilerimi gözlemleyerek bu kanıya vardım.Bırakın öğrencilik yıllarımı bugün bile matematik dersinden nefret ediyorsam bu sevgili!öğretmenim Melahat Güngör sayesindedir.Kimya dersinden çekiniyorsam bu sevgili!öğretmenim Yüksel Gürü sayesindedir.Fen Bilgisi dersini istekle yapmak zevkinden mahrum olduysam bu sevgili!öğretmenim Sinan Zengin sayesindedir.Edebiyata düşkünlüğüm,tiyatro dalında başarılarım sevgili öğretmenim İlknur Bozkurt sayesindedir.
Ve eğer bugün resim dersi öğretmeni olduysam bu her zaman saygıyla andığım lisedeki resim öğretmenim Hülya Aksoy’un sayesindedir.”Sen resim öğretmeni olmalısın Biyo,başka bir meslek bile seçsen resim yapmayı asla bırakmamalısın.Elini ve yaratıcılığını öldürme,bu heyecanını hiç kaybetme tamam mı”sözleri hâlâ kulaklarımdadır.Canım öğretmenim ben de bugün senin beni yönlendirdiğin gibi hevesli,yetenekli öğrencilerimi yönlendiriyorum,onları güzel sanatlar liselerini kazanmış görmenin gururunu duyuyorum ve onları ilerde birgün meslektaşım olarak görmeyi umut ediyorum.

Ben resim derslerine şunları söyleyerek başlarım:
“Resim dersi bir ilgi ve yetenek dersidir sevgili çocuklar.Kiminiz spora,kiminiz matematiğe,kiminiz müziğe,kiminiz edebiyata,kiminiz ise resme ilgi duyarsınız.Bu gayet doğal.Yetenekli olduğunuz branşı yapmaktan zevk alırsınız öyle değil mi?Benim sizleri dünyanın en ünlü ressamı yapmak için zorlamalarım olmayacaktır.İleride yetenekli öğrencilerimi keşke bu mertebede görebilsek çokta mutlu olurduk inanın:)Bu dersi zaten ya seviyor yada sevmiyorsunuzdur.Benim amacım resim dersinde vereceğim teknikleri asgari ölçüde anlayabilmeniz,kavrayabilmeniz ve uygulayabilmenizdir.Zaten tekniğini öğrendikten sonra resim yapabildiğinizi görecek ve şaşıracaksınız.Eğer eksik malzeme ile gelirseniz dersi tam manasıyla yapamayız.Öyle ya kağıt getirdin ama boya yok”neyle boyayacaksın?”.Boya getirdin ama kağıt yok”nereye boyayacaksın?”.Suluboya getirdin ama fırça yok”neyle boyayacaksın?”gibi her malzeme birbirini tamamlar,bunu unutmayınız.Derslerimde klasik müzik dinleyeceğiz,İsmail Y.K değil.Surat asmayın lütfen,ilk başlarda kapı gıcırtısı diye burun kıvırdığınız klasik müziği çok seveceğinize eminim.Bu müzik ruhunuzda fırtınalar koparacak ve sizleri daha verimli bir hale getirecek.Ve şovale kullanacağız,ellerimizle boya yapacağız;atık malzemelerle resim yapmasını öğreneceğiz;birbirinizin resimlerini eleştireceğiz,grup resim çalışmaları yapacağız;sene sonu konularımızı bitirdiğimizde ise hazırladığım slayt gösterilerini izleyeceğiz ve sık sık sohbetler edeceğiz.Tüm bunlardan sonra yine de resim dersini sevmemekte inanın ki özgürsünüz.Ayrıca beni sevmek zorunda da değilsiniz.Ama benim amacım;ilerde bu dersi ”ıyyy resim dersimiii!En gıcık olduğum dersti!Hiç sevmezdim”diye hatırlamamanızdır.Çünkü insanın duygu ve düşüncelerini kağıt ve boyayla aktarmasının,kafasını boşaltmasının,zamanın nasıl geçtiğinin farkına bile varmadan üretmesinin,neler yaratabileceğine kendisinin bile şaşıracağının en güzel ifade şekli resim yapmaktır sevgili çocuklar.Neler yapabileceğinizi görmeye ve kendinizi yeniden veya ilk kez keşfetmeye hazır mısınız?O halde dersimize başlayalım”Başlangıç işte budur.

Açıkcası derslerimde müfredata pek bağlı kalmam ben.Bunun özgürlüğümü ve çocuklarımın özgürlüklerini sınırladığını düşünürüm.Evet 10 Kasım,Öğretmenler Günü vs. resimleri de yapılacak ama farklı şekillerde yapılmalı.Grup çalışmasıyla,artık malzemeler kullanılarak,özgün çalışmalar olmalı bunlarda.Müfettiş teftişlerimde bile bunları savundum hep:”Güzel sanatlar Liselerine öğrenci kazandırabildiysem,onları kalıba sokmadan özgür bırakarak başarmışımdır bunu”diye.Yüksek notlar almam onların da beni onayladıklarını gösteriyor.İster kınayın ister kızın ama söylemekten yine çekinmeyeceğim ki:Mesleğimde ki başarılarım ve öğrenci yetiştirmem konusunda asla tevâzu göstermem,iyi insan olma özellikleri kazanmak için önce eğitimin ve iyi bir rehberliğin geldiğine inanırım,diğer tüm dersler elbet bir gün,bir şekilde nasıl olsa öğrenilir ama “doğru insan”olmak için çok geç kalınmaması gerekir.
Saygılarımla.


BİYONİKKEDİ

Cumartesi, Kasım 25, 2006

İĞNE VE ÇUVALDIZ

Myspace layouts



İş başvuruları sebebiyle özgeçmiş hazırlama uzmanı olan genç arkadaşlar daha iyi bilir.
Orada bir de yabancı dil bölümü vardır. Hani doldursak mı doldurmasak mı, ya da ne yazsak diye tereddütte kalabiliriz bazen.
Intermediate...
Pre / Upper intermediate ?...
Yani level (seviye) hikayesi böyle uzar gider.
İşverenler, istihdam edeceği kişilerin yabancı dil bilip bilmemesine çok önem verir. Bazen, sektörleriyle doğrudan ilgili olmasa da yabancı dil bileni tercih ederler.
Bir yapı marketi düşünün…
Sanayi bölgesinin tam ortasında olsun…
İhracat ya da ithalatla da uğraşmasın, sadece iç piyasayla ilgileniyor olsun.
İşveren ise önüne gelen iki ayrı özgeçmişten, yabancı dil bileni tercih ediyor.
Çünkü şöyle düşünüyor: ‘ Bildiği yabancı dil, işime yaramasa da, bu daha akıllı ya da kapasiteli, baksana bir yabancı dil biliyor'...
İyi de, sevgili işveren !
Bu onun kapasitesiyle ya da zekasının nispeten daha ileri olmasıyla doğrudan ilgili değil ki.
Nispeten daha geri bir zekaya sahip kişiler de bu dili konuşabilirler.
Yani Türkiye’ de fransızcayı ya da ingilizce’yi akıcı konuşan birisi zeki ya da daha farklı bir kapasiteye sahip olduğu için bu dili öğrenip konuşuyor değildir ki…
Yabancı dil bilinmesine, yabancı dille eğitim verilmesine asla ve asla karşı değilim.
Olamam da.
Bilakis bunun tersini şiddetle savunurum.
Ancak, toplumda yabancı dil bilen birisinin, algılama kapasitesinin yüksekliği yönünden, dil bilmeyenlerden daha üstün olarak kabul edilmesine, ya da zımnen (üstü kapalı) öyle zannedilmesine karşıyım.
Bu işin zeka ile ilgisi falan yok.
Tamamen eğitim de ki fırsat eşitsizliği ile ilgili…
Çok zeki olmayan sıradan bir çocuğu da Birleşik Devletler’e dil öğrenmeye gönderirsiniz o dili öğrenir gelir.
Moğolistan’a gönderirseniz Moğolca, Çin’e gönderirseniz Çin’ce öğrenir gelir.
Yok Türkiye’de yabancı dille eğitim veren bir okula koyarsınız, o sınıfta örneğin Fransızca konuşuluyorsa, bir süre sonra nasılsa öğrenir.
Birleşik Devletlerde akıl hastanelerinde nispeten geri zekalı olanlar hangi dili konuşuyor sanıyorsunuz ?
Moğolistan ya da Çin’ de de aynı şekilde, nispeten geri zekalı olan biri veya bir deli hangi dili konuşuyor ?
İngilizce, Moğolca ya da Çin’ce yi elbette…
Ama aynı kişi, kimyadaki redoks tepkimeleri esnasında hangi tarafa OH (hidroksit), hangi tarafa H eklemesi gerektiğini bilemeyebilir.
Bunların anlatıldığı bir sınıfa konsa bile…
Yabancı dille eğitim veren okullara girmek için araç olarak, sıralama sınavlarında başarı gösterilmesi gereken durumları bu söylediklerimden vareste tutuyorum…
Hülâsa; fırsat verilirse konuşmayı bilen herkes bir yabancı dili öğrenebilir. Bir insanın yabancı dil bilmesi nispeten daha ileri bir algı kapasitesine ya da zekâya sahip olduğu anlamına gelmez.
Yani yurt dışına gitme şansı olmadığı için, ya da bir yabancıyla konuşup bir dil öğrenme fırsatı yakalayamadığı için yabancı bir dil bilmeyen kişiyi nasıl ki kapasite yönünden yetersiz olarak değerlendiremezsek,
hayatının herhangi bir döneminde yurt dışına çıkma şansını yakalayan veya yabancılarla uzun süre konuşabilmiş ve o dili akıcı bir şekilde konuşma fırsatını eline geçirmiş kişiyi de benzer şekilde, kapasite yönünden ileri olarak değerlendiremeyiz.
Fırsat eşitliği yaratıldığında yabancı bir dil öğrenme tamamen yaygınlaşabilecekken, aynı fırsat eşitliği diğer alanlarda, örneğin fizik, biyoloji gibi teknik ya da sosyoloji gibi bir sosyal bilim alanında yaratılsa bile homojen bilgi düzeyi yaratılamaz…
Bu satırların sahibinin havaalanında dış hatlar servisinde yıllarca çalıştığını, binlerce yabancı ile konuşma şansı yakaladığını yani bir yabancı dil bildiğini de unutmayın…
Çuvaldızı bilmem ama ara ara iğneyi kendimize de batırmalıyız…
Yabancı dil bilen okurlar, sinirlenmeden, kasılmadan…
Hepinize iyi hafta sonları
Selâmetle…
BAVER

Cuma, Kasım 24, 2006

SEVGİLİ ÖĞRETMENİM



Bugün çocuklarımızı teslim ediyoruz size öğretmenim...

Hayatımızın en değerli varlıklarını siz devralacaksınız.
Bir kısmı ağlayıp sızlayacak, bir kısmı kürsünüzde zıplayacak, biri okuldan kaçacak belki, diğeri altına kaçıracak.Tanıdık manzaralar sizin için...Bundan böyle anne babalarından çok sizinle olacaklar; ışığa koşan pervaneler gibi etrafınızda dolanacak, her sözünüze inanmaya hazır bir sevdalılar ordusu halinde gözünüze bakacaklar.***

Haddim değil size öneride bulunmak; olsa olsa temenniler sıralayabilirim:Keşke onları eğlenceli bir partiyle karşılayabilseniz; okulu ilk günden sevdirebilseniz.Sınıfta yerlerini gösterirken iyi bir sıra arkadaşının, hayatlarında güzel bir kitap kadar ebedi olabileceğini söyleseniz.Körpe beyinlerini lüzumsuz bilgiler, basmakalıp fikirlerle doldurmak yerine, bilgiye nasıl ulaşılacağının ipuçlarını verseniz.

Bilgiyi iyi ezberleyenlerin değil, onu süzüp analiz edebilenlerin başardığını ilk dersten öğretseniz.Kör inancın, insanoğlunun ezeli düşmanı olduğunu, yerküreyi itaatin değil sorgulamanın değiştirdiğini anlatsanız.Gücü silahta, cazibeyi markada arayan kuşaklara gerçek kudretin bilgide, asıl cazibenin bilgede olduğunu belletseniz.Güçlü olmanın değil, güçlüyken iyi kalmanın zorluğundan söz etseniz.***

Hoşgörün saçlarının, etek boylarının uzunluğunu, yüreklerinin coşkunluğunu... Sevgiden zarar gelmez. Asıl şiddete çare bulun siz...Çeteleşmenin değil, sevmenin her zorluğu yenebileceğini söyleyin.İlmin de aşk kadar sonsuz olduğundan bahsedin.Eğitimin ömür boyu süreceğini, öğrendikçe cehaletlerini fark edeceklerini, kendini bilmenin, insanlığı anlamanın önkoşulu olduğunu belletin."Her türlü servetin kökeninde alın teri olması gerekir. İnsanı bencillik değil, bonkörlük zenginleştirir" deyin onlara...

Bir eser vermenin ölümsüzlüğe eş olduğunu, cehaletin insanı karanlığa gömdüğünü ezberletin.Sürüye uyanların hiçbir iz bırakmadan kaybolduğunu, tarih yazanların farklılar olduğunu söyleyin. Farklılıklarını kabullenin. İçindeki yeteneği dışarı vurması için cesaretlendirin onları...Kanatlarını kırmayın, kanatlandırın.Filmlerden farklı olarak hayatta bazen kötülerin de kazanabileceğini, ama bunun ilelebet süremeyeceğini, iyiliğin eninde sonunda galip geleceğini anlatın, umutlandırın.Haksızlık karşısında boyun eğmeyip, tevazu karşısında eğilmelerini tavsiye edin.Kalemin kılıçtan keskin, sabrın öfkeden baskın olduğunu gösterin. Bağışlamanın kin tutmaktan, paylaşmanın kıskançlıktan üstün olduğunu belletin. Hiç tanımadıklarının acısını çekmenin, insanı büyüttüğünü öğretin.***

Arada kırlara çıkarın onları; doğanın kokusunu alsınlar; otların cinsini tanısınlar.Uslu arkadaşlarını örnek verip ezmeyin uluorta... Yüreklendirin. Korkularını yenmelerine, cesareti öğrenmelerine yardımcı olun. Karamsarlığın kuyularında boğulmasınlar. Dayanışmayı özendirin, yarışma yerine... Dostunu ihbar edeni değil, ele vermeyeni ödüllendirin. Ötekini sevmeyi, hataları hoşgörmeyi, vefayı, esnekliği öğretin.Ütopyalarını kaybettiler fırtınada; onlara ideallerini geri verin. Zamanın hakemliğine güvenmeyi ve sabrı telkin edin.***

İlkin kıymetiniz bilinmeyecek, sözleriniz boşlukta yitecektir belki...Başkalarını aydınlatma uğraşında kendini tüketen mumlarsınız siz..Ama biliriz ki, eriyen her mum, ışıttıklarında yaşar.Sizler de o milyonlarca yürekte, ebediyen yaşayacaksınız, sevgili öğretmenim...

CAN DÜNDAR

Biyonikkedi

Öğretmen; öğretme işini görev edinen kişiye denir. Öğretmenlik bir meslektir. Kişinin öğretmen olabilmesi için öğretmen yetiştiren bir okulu bitirmesi gerekir. İlkokullarda öğretmen Sınıf Öğretmenidir. Sınıfın bütün derslerini aynı öğretmen okutur. Ortaokul ve Liselerde ders öğretmenliği vardır. Meslek okullarında dersler özel şekilde yetiştirilmiş meslek öğretmenleri tarafından işlenir.

Eskiden öğretmene "Muallim", öğretmen yetiştiren okula da "Muallim Mektebi" denirdi. Ülkemizde öğretmen okulu ilk kez 16 Mart 1848'de açıldı.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde eğitime ve öğretime önem verilmiyordu. Az sayıda okul vardı cumhuriyetin ilanıyla birlikte yurdumuzun her yanına yeni yeni okullar açıldı. Okul çağında olanlar bu okullarda okumaya başladı.

Atatürk, eğitimin, öğretimin yayılmasından, yaygınlaşmasından yanaydı. 1928 yılında Arap harflerinin kaldırılıp yerine bugün kullanmakta olduğumuz Türk harflerinin kabulü tüm yurtta sevinç yarattı. Halkın yeni harfleri kısa sürede öğrenip daha çok yurttaşın okur - yazar olmasını sağlamak amacıyla yoğun bir çalışma başladı. Okuma - yazmayı yaygınlaştırmak için okul çağı dışındaki yurttaşlara okuma - yazma öğreten okullar açıldı. Bunlara Millet Mektepleri adı verildi.

Atatürk, Ulus Okulları dediğimiz Millet Mektepleri'nde yazı tahtasının başına geçerek dersler verdi. Bakanlar kurulu 11.11.1928 günü yaptığı toplantıda Ata'ya Ulus Okullar Başöğretmenliği sanını verdi. 24 Kasım Atatürk'ün Millet Mektepleri Başöğretmenliğini kabul ettiği gündür.

Öğrencileri, öğretmenleri, okulu çok seven Atatürk yurt gezilerinde okullara uğrardı. Sınıflara girer, sıralara oturur, ders dinlerdi. Öğrencilere sorular sorardı. Öğretmenlerle konuşur, her yerde öğretmenliğin üstün bir meslek olduğunu anlatırdı.

Atatürk, öğretmenlerin Ulusal Kurtuluş Savaşı'nda nasıl canla başla çalıştıklarını yakından izlemiştir. Yurdumuzun düşman tarafından paylaşıldığı sırada öğretmenler Öğüt Kurulları oluşturarak halka ulusal bağımsızlık, Ulusal Kurtuluş Savaşı düşüncelerini yayıyordu. Öğüt Kurulları dışında öğretmenler 14 eğitim kuruluşu ile birlikte Milli Kongre Cephesini kurdular. Milli Kongre Cephesi, düşmanların İzmir'i işgal ettikleri günlerde Sultanahmet Mitingini hazırladı. Bu mitingin konuşmacılarından çoğu öğretmenlerdi.

Başöğretmen Atatürk, öğretmenlerin Ulusal Kurtuluş Savaşı'nda gösterdikleri etkinliği hep övmüştür. Atatürk yeni Türkiye'nin yaratılmasında öğretmenlere büyük görevler düştüğü inancındaydı. Çağdaş bir ulus olmamız için eğitimin yaygınlaşması gereğine inanıyordu. Bu nedenle Atatürk "Ulusları kurtaracak olan yalnız ve ancak öğretmenlerdir." Sözleriyle öğretmene verdiği önemi ve duyduğu saygıyı en güzel biçimde belirtmiştir.
Atatürk'ün 100. Doğum yıldönümü 1981 yılında, 24 Kasımın her yıl Öğretmenler Günü olarak kutlanması kararlaştırıldı.

Öğretmenler Günü'nde öğretmenin toplum içindeki yeri, değeri belirtilir. Öğretmen sorunları dile getirilir. Öğretmenler Günü'nde; eğitime, öğretime hizmet etmiş, saygınlık kazanmış öğretmenler anılır. Gençlerin yetişmesindeki katkıları anlatılır. Mesleğe yeni giren öğretmenler 24 Kasımda Öğretmen Andı içerek göreve başlarlar.

Öğretmen; yapıcı ve yaratıcıdır. İnsan haklarına saygılıdır. Öğretmen özverili, çevreye güven ve inanç veren, içi insan sevgisiyle dolu bir kişidir. Atatürk; "Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır." demekle öğretmene yüklediği sorumluluğu ve değeri anlatmıştır.

Öğretmenler sevgi dağıtır. İçimizi aydınlatır. Bizi doğruya yöneltir. Bilgili kişiler olmamız için çaba gösterir. Dünyayı tanıtır. Öğretmen her alanda yeniliği, yenileşmeyi savunur. Gerçekleri anlatır. Beceri ve yeteneklerimizin gelişmesine yardımcı olur. Kısaca analar doğurur, öğretmenler yetiştirir
Kay.Memocal.com
H.A.E

Perşembe, Kasım 23, 2006

SÖMESTR DEMEK KARNE DEMEK...






Dilimize Fransızca’dan geçmiştir “sömestr” kelimesi. Fransızca yarı dönem, yarı yıl gibi anlamlara gelmektedir. Aslı astarı yani orijinal yazılışı “somestre” dir.
Biz de ise ilk akla gelen yarıyıl tatilidir. İlk ve orta öğretim kurumlarında halen uygulanmaktadır. Şu aralarda öğrencilerimiz sömestr tatillerini huzur içinde kullanmaktadırlar.
Kimileri için gerçekten tatil, kimileri için ise hesabının verilmesi gereken zayıf notlarla dolu karneleri ifade eder sömestr.
Karneler alındı.
İzleyebildiğim kadarıyla, yıllar geçse de yurdum insanının ve çocuklarının alışkanlıkları hiç değişmiyor.
Bazı anne ve babalar, çocuklarının bir satır daha fazla bilgi edinebilmesi için, “maddi anlamda” ellerinden gelen tüm imkanları seferber ederlerken, bazıları da “bekleyelim görelim” yaklaşımıyla fazlaca fatalist/kaderci bir tutum sergiliyorlar.
Her ne kadar birinci tutum, öğrenciler için daha da “istikbal kurucu ve sağlayıcı” gibi görünse de, çoğunlukla bu yaklaşımın geri teptiği kanaatindeyim.
Mesele kısaca şöyle ; anne ve babaları bu konuda record-off konuştursanız , hepsi mutlaka şöyle diyecektir. “Biz çocuğumuza elimizden ne geliyorsa verdik, yemeği, harçlığı, bilgisayarı ve daha bir çok olanağı sunduk. Ondan ise tek istediğimiz derslerinde başarılı olması, biraz ders çalışması idi. Ancak bir türlü olmuyor.
Bazı anne babalar durumu abartıp, bunlara ilave olarak “biz senden git çalış bize para getir mi diyoruz” şeklinde bir savunmaya geçerek, çocuğun başarısızlığının tamamını çocuğa mal etmeye çalışıyorlar.
Üzülerek belirtiyorum, çocuğun başarısızlığının kaynağının temelindeki en önemli faktörlerden bir tanesi de, “çocuğun başarılı olması için seferber edilen” imkanlardır. Biraz açalım; Anne ve babalar zannediyor ki, çocuklarının başarılı olması için, ne kadar çok olanağı çocuklarının önüne sunarlarsa, çocukları o ölçüde başarılı olacaktır. Ancak aksini hiç düşünmüyorlar.
Çünkü belli bir dönemde, özellikle o yaşlarda belli bir rahatlığa alışan ve sıkıntı çekmemiş olan çocuk, sahip olduğu olanakların okusa da, okumasa da ailesi tarafından her zaman zaten karşılanacağını, bu tip ihtiyaçlarının ilerleyen yaşlarda da bir şekilde giderileceğini zannediyor. İşte bu yanlış paradigma, başarısızlığı beraberinde getiriyor.
Başarılı iş adamları ya da meslek sahiplerinin kahir ekseriyetinin/ezici çoğunluğunun öğrencilik yıllarında herhangi bir işte çalışmış olduğunu mutlaka duymuşsunuzdur. Sizce bunlar tesadüf olabilir mi ?
Karne notları bir ya da iki olan bir çok öğrenci tanıyorum. Ne yani, anne babaların tanıdığı geniş olanaklar olmasaydı bu kişilerin karne notları -1 ya da – 2 mi olacaktı.
Elbette ki hayır.
Yine aynı olacaktı. O zaman "çocuğun derslerine daha fazla motive olması ve rahatsızlık çekmemesi için sunulan maddi olanaklar” biraz boşuna mı ?
Selametle...
Baver

Çarşamba, Kasım 22, 2006

ÖGRETMENLER GÜNÜ NE ZAMAN ?

image hosting file



Benim Melek Ögretmenim

Simdi bana degiceksiniz ki bu gün Ögretmenler günü degil bu da nereden cikti? Vallahi benim sucum degil günü de sasirmadim.Kasim ayinin 24 dünde.Anacugum mektubunda yazmis bütün kabahat onda.Durun size anlatayim bu sabah uyandigimda bas ucumda bir tas ile bir de mektup buldum iste orada ki mektup da söyle diyor:)

- Ogulcugum bak bu gün Ögretmenlerinin hepsini ziyaret et onlarin günlerini tebrik et ellerinden öp.

- Anacugum bu gün ama ögretmenler günü degil ki!Daha iki gün var !...
- Bak bosuna o tasi getirmemisim sana ceza vur kafani bakalim, halen ögrenemedin mi ?
- Neyi anacugum ;
- Oglum ögretmenin günümü olurmus.Sen ondan ögrendigin bilgiyi bir günemi sigdirdin?
Onun günü bizim yanimiza gelene kadardir.

- anacugum senin herhalde haberin yok onlarin durumlarindan? Maaslari az,agizlarini acmaya kalksalar dayak bile yiyorlar.Okullarin icleri vahim.Eskiden yavru Kurtlar caki tasirlardi ya, simdi Bellerde tabancalar canlari bile garantide degil.
- Ah salak oglum, vur bakalim tasa kafani bir daha .Onun adini bile ögrenememissin,

- O ögretmen benim salak oglum saniyormusun para kazanmak icin sectiler o meslegi, Para olsaydi rahat olsaydi daha cok meslekler var....

Hadi cok isin var hadi tek tek dolas günlerini kutla ellerinden öp.Bak takip ediyorum.

Anacugumun sözünü tutarak bütün ögretmenlerimin sonsuza dek günlerini kutlar önlerinde saygi ile egilirim.Nasil olsa iki gün sonra bazilari gene gösteri yapip onlari kutluyacaklar sonra gene unutucaktir.Ben uslu uslu anacugumun sözünü dinliyeyim.

Iyiki varsiniz.
H.A.E

Salı, Kasım 21, 2006

TACIZ!...


Cocuk tacizi konusu Turkiye'de de tartisilmaya basladi. Gecenlerde yayinlanan bir haber bir beni o kadar üzdi ki, haber hakkinda yorum bile yapamadim. Konusunu acamadim. Cocuk tacizi konussunun sadece basin malzemesi olmaktan cikarilip gerekli tedbirlerin alinmasini umit ediyorum. Zira basimizi kuma gömmenin kimseye faydasi yok. Bu kotulukler sadece kimsesizlerin basina gelmiyor. Ote yandan cocuk tacizi meselesinin daha dikkatli ele alindi diye sevinelim mi yoksa bu vak'alarin ülkemizde de yasandigina üzülelim mi bilemiyorum. Savcilarimizin ve hakimlerimizin son zamanlarda meydana gelen olaylarda verecekleri kararlar ileride bircok cocugun yasamini degistirebilecek. Aslinda kirsal kesimdeki evlendirme yasina bakildiginda cocuk tacizi ülkemizin aci bir gercegi, ancak porno endüstrisine yeni kaynak yaratmaya merak bazi kisilerin ülkemizde türemeye baslamasi olasiligi kalbimin daha da sIkismasina sebebiyet veriyor. Mevzuatimiz ne yazik ki bu tarz suclari yeterince cezalandiramiyor. Internet ise bu tür suclari islemeye meyilli insanlar icin ilham kaynagi oluyor. Yakin zamanda egitim kurumlarinda bile suca meyilli insanlarin calistigini üzüntü ve korku ile ögreniyoruz. Bir sure önce okudugum yabanci bir dergiden esinlenerek ufak bir bilgi notu hazirladim. Onu sizinle paylasmak istiyorum. Ayrica kimsesiz cocuklarin korunmasi cocuk esirgeme yuvalarinin islahi ve destek verilmesi ile ilgili yapilabilecekler konusunda fikirleri olan arkadaslardan benimle paylasmalarini rica ediyorum. Kücük cocuklari tacizden korumak adina yapilmasi gerekenler:
1. Bebeklerinizi ve cocuklarinizi asla aileden bile olsalar (dede, amca vs..), tanimadiginiz insanlarla veya kendiniz kadar güvenmediginiz insanlarla yalniz birakmayiniz. Cogu vak'anin yabancilar degil tanidik kisiler sebebiyle yasandigi gözlemlenmistir.
2. Cocuklarinizi peryodik olarak muayene edin. Mesela banyodan sonra, giyinirken, bebekler icin alt degistirirken vs.
3. Cocuklarinizi asagidaki özellikleri sergileyen insanlardan uzak tutun:- yasitlariyla fazla gorusmeme- normal bir yetiskinden daha fazla cocuklarla ilgilenme, arkadaslik etme- cocuksu davranislar sergileme- cocuklugunda tacize maruz kalma
4. Cocuklarinizi cok dikkat cekici sekilde veya yetiskin gibi veya üzerinde ismi yer alacak sekilde giydirmeyin. (Ismiyle seslenilip güven unsuru yaratilmasini engellemek amaciyla..)
5. Cocuklarinizin gittikleri yuva veya okulda dersliklerin koridordan gorunebilecek sekilde pencereleri olmasina dikkat edin. Soyunma odalarinda ve tuvaletlerde yalniz birakilmadiklarina emin olun.
6. Cocugunuz belirli bir mekana veya yere gitmek istemiyorsa veya bir kisiyi hic sevmiyor ve kesinlikle görmek istemiyorsa kesinlikle zorlamayin, yumusak bir sekilde konusup nedenlerini anlamaya calisin. Soru sorarken urkutmeyin. Cocukta suclaniyor hissi yaratmayin.
7. Cocuklarinizi bakiciya birakiyorsaniz arada sirada habersiz erken eve gelip baskin yapin. Kamera her zaman faydali bir arac.
8. Doktor veya ozel ogretmen bile olsa bir yetiskin ile yalniz birakmayiniz. Cocugun yaninda mutlaka en az iki kisi olmali. (Haksiz suclamalara maruz kalmamak adina sözkonusu kisinin de tercih etmesi gereken bir uygulama).
9. Cocugunuzun resimlerini internette hicbir sekilde yayinlamayin. bircok kisinin internet resimlerininden yola cikarak cocuklari takinti haline getirdigi gözlemlenmistir. Cocugunuzun tek basina internete girmesine izin vermek icin bulug cagindan cikmasini bekleyin. Evde internet baglantisi olan bilgisayarin ortak alanda durmasini saglayip, cocugun kendisini bilgisayar ile izole etmesi engelleyin. Bilgisayarin browserina gerekli cocuk kilitlerini uygulayin. Cocugunuza interneti nasil faydali kullanabilecegini ögretin.
10. Cocuk ciplakligini kullanarak reklam yapan markalarin ürünlerini almayin.
11. Cocuklarinizi izleyin, dinleyin, size hislerini anlatmasi icin firsatlar yaratin, iletisimi kesinlikle koparmayin.Ülkemizdeki bu tur vak'alarda genellikle failler 24-40 yas arasi ve genellikle magdur cocuktan birkac yas büyük cocuklar, diger cocuklar ve bulug cagindaki cocuklar olmustur.Bu bilgiler saygin hukuk ve cocuk egitimi kaynaklarindan derlemedir....
ASORTIK KREP

Pazartesi, Kasım 20, 2006

Gençler için koruyucu öneriler!

ImageChef.com - Create custom images


Evet, şüpheci olmak can sıkıcı. Ama cinsel istismar zaten beklenmedik ve tahmin edilmedik bir durumdur. Göz önünde bulundurmakta fayda var:
*Yeni tanıştığınız kimselerin sizi eve ya da gideceğiniz yere bırakma tekliflerini kabul etmeden önce iyi düşünün.
*Çok iyi tanımadığınız bir kişiyle ilk kez baş başa vakit geçirecekseniz, mutlaka öncesinde bir arkadaş ya da yakınınızı bundan haberdar edin.
*Alkol ve uyuşturucular sağlıklı düşünme ve iletişim kurmanızı engelleyebilir. Her zaman, en çok da güvenli olduğundan emin olmadığınız ortamlarda alkol ve uyuşturuculardan uzak durun.
*Arkadaşınız sürekli sizin yerinize karar vermeye çalışan, size nasıl davranmanız gerektiğini söyleyen, sizi sürekli kendi istekleri doğrultusunda zorlayan bir kişi ise bunların uyarı işaretleri olabileceği konusunda uyanık olun.
*Aynı kişi ya da kişiler tarafından yinelenen tarzda laf atma, takip edilme, telefon sapıklığı gibi cinsel tacizlere, saldırılara maruz kalındığında durum sadece sözel de olsa savcılığa dilekçe ile başvurarak suç duyurusunda bulunabilirsiniz. Doğal olarak bundan daha ağır olan her durumda da yasal yollara başvurulabilir.
*Arkadaşınız, hoşlandığınız biri ya da henüz tanıdığınız biriyle cinsel bir yakınlık yaşamak isteyip istemediğinizden emin değilseniz. Ama o sizi bunun için teşvik ediyor, ısrar ediyor, sizi bu konuda ikna etmeye çalışıyorsa biraz daha düşünün. Belki en iyisi kendi başınıza kalıp biraz düşünmek ya da güvendiğiniz bir yetişkinle konuşmak olabilir.
*İnternette geziniyorsunuz. Oyun, müzik, sinema, alışveriş veya başka bir siteye girdiniz. Kişisel bilgilerinizi vermeden önce iyi düşünün. Sitenin güvenirliğini araştırın. Sohbet odalarında kişisel bilgilerinizi, telefon ve adresinizi vermeden önce çok iyi düşünün. Burada tanıştığınız biriyle buluşmadan önce bu konuda mutlaka güvendiğiniz bir yetişkine danışın. Maalesef, internet sitelerinde pek çok insan kendisi hakkında gayet inandırıcı şekilde yalan söyleyebilmektedir.
AYDA

Pazar, Kasım 19, 2006

SIZLER ICIN !!!



Canımız Cennet Türkiye’mizin o yüce insanlarının çocuklarına okuma-yazma öğretmek, yarınlarını garanti altına alacak meslek sahibi etmek, Türkiye’mizi Atamızın hedef gösterdiği çağdaş uluslar düzeyine çıkarmaktan başka hiçbir hedef ve davranışı olmayan bu eli öpülesi insanlarımız terör batağında bir hiç uğruna şehit edilmişlerdir.

Tüm şehit öğretmenlerimizin anısına hazırlamış olduğumuz bu bölümde onların aziz hatıralarını yaşatmak ve unutulmadıklarını, unutulmayacaklarını belirtmek istedik.

Her zaman aziz milletimizin yüreğinde yaşayacaksınız.

Allah sizlerden razı olsun, mekânınız cennet olsun, ruhunuz şad olsun.
Bu sayfayi hazirliyan memocal.com'a tesekkürü borc bilirim.
Saygilarla.

ŞEHİT ÖĞRETMENLERİMİZİ GÖRMEK İÇİN TIKLAYIN..
H.A.E

Cumartesi, Kasım 18, 2006

KIZIMIN 1.SINIF YIL SONU KONUŞMA METNİM




Sevgili anne ve babalar !


Bu gece,burada gösteri yapan bu küçük çocuklarımızın süt kokan bebekliklerini düşününce katettikleri mesafenin ne kadar büyük olduğunu,sahnede nasıl da devleştiklerini farkettik değil mi?Ve onlardan ne kadar çok şey öğrendiğimizi…Zaman zaman aslında yapmak istemeyiz ama yine de,onları kırıp içlerinde büyük fırtınalara neden olduğumuzda,sonradan gönüllerini almak için peşlerinde bile koşmaya gerek olmadan özür dileriz.Aslında;her şeyi,hiç olmamışçasına halledenin onların sevgi dolu kocaman yürekleri olduğunun farkında mıyız?Şöyle bir düşünelim!Hiç hayatımızda veya yakın bir zamanda çocuklarımızın bizi affettiği kadar bir başkasını mazur gördüğümüz oldu mu?Affetmenin erdem olduğunu,kendilerine birileri söylemeden,bir yerlerden okumadan öğrenen ve gösteren çocuklarımızın bu saflığı bizlere bazen çok sıradan gelebilir. Ama emin olun,bütün duyguların en güzel şekli olan doğallık,çağımızın bütün gelişmişliğine rağmen huzurunuzdaki bu küçük kalplerde en temiz şekliyle yaşıyor sevgili veliler…Bizler yaşlanırken onlar büyüyor ama bizleri de beraberinde büyüterek...Allah’ın bize en büyük lütfu olduğunu bildiğimiz,onlar daha dünyada yokken bize verilmesi için belki gecelerce dualar ettiğimiz çocuklarımızın bizlerin yansıması olduğunu, hatalarında kızılması gerekenin aslında kendimiz olduğunu unutmadan ve kısacık zamandaki başarılarının ispatı olan bu geceyi gururla,sevgiyle hatırlayalım olmaz mı?


Siz!.Sevgili çocuklarımız!


Sizler için söylenecek çok fazla şey yok inanın!İnsan hiç öğretmenine akıl verebilir mi?Hem de sizin gibi en mükemmeline…Sizden sadece isteğimiz olabilir bizlerin.Lütfen bize yol göstermeye,öğretmeye,sevgi dolu kalplerinizle hayatımızı aydınlatmaya,can yoldaşımız olmaya devam edin güzel yavrularım.Çünkü eski değerlerin gittikçe yok olmaya yüz tuttuğu,insanların birbirlerine yabancılaşmaya başladığı bu dünyayı çekilir kılan tek şey sevgi dolu,pırıl pırıl yüzlerinizdir...Sizleri çok seviyoruz,sizlerle gurur duyuyoruz,bütün dualarımızın her an sizlerle olduğunuzu bilmenizi istiyor,yanımızda olsanız bile sizi yine de hasretle kucaklıyoruz !


Ve siz saygıdeğer öğretmenlerimiz!


Kendilerine karşı işte bu duyguları beslediğimiz çocuklarımız için,sizlerin de öncelikle birer anne ve baba olarak aynı hisleri paylaştığınızı biliyoruz.Ailede başlayan eğitimin okulda devam ettiğinin,bu konuda bizlerden çok daha fazla yorulduğunuzun ,dahası bir harf için kırk yıl kölesi olunacak kadar ağır sorumluluk gerektiren bir mesleği yaptığınızın farkındayız.Bu geceki gösteriden duyduğumuz gururu sizlere borçlu olduğumuzu bilmenizi istiyor,hepinize bütün veliler adına her şey için çok teşekkür ediyor,saygılar sunuyorum.


BİYONİKKEDİ

Cuma, Kasım 17, 2006

EĞİTİMSİZLİK SİSTEMİ



Münazara demek, fikirlerin karşılıklı çatışması anlamına gelmektedir. Yani ilmi mânâda “cedel etmek” demektir.
Kimimizin ortaokul, kimimizin lise yıllarına damgasına vurmuştur münâzaralar. Ortaokul yıllarımda, özellikle orta üçüncü sınıfta hocamızın bizi iki gruba ayırdığını ve bir konuyu öyle midir, yoksa böyle midir düzleminde tartıştırdığını hala hatırlarım.
Bazen öyle konular gelirdi ve kendi kendime derdim ki, “ya benim savunmam için hocanın verdiği konu aslında bana uygun değil, ben karşı tarafın savunduğu konuyu savunsaydım daha güzel savunurdum, çünkü o daha çok aklıma yatıyor”.
Böyle düşünürdüm ama söyleyemezdim.
Aradan yıllar geçti...
O dönemki hocamızın ve muhtemelen sizin hocalarınızın da iyi niyetle bir şeyler yaptırtmaya çalıştığından, fikirlerin karşılıklı çatışmasını sağlamaya ve bize bir şeyler katmaya çalıştıklarından şüphem yok.
Ama Allah rızası için , bir hoca da çıkıp demedi ki, “çocuklar şimdi bu savunduğunuz şeylerin mutlak bir cevabı, değişmez kesin bir cevabı olmayabilir. Zaten amacımız bu sorulara doğru yanıtlar bulmaktan çok , sizlere bir fikir ve zihin jimnastiği yaptırmaktır. O yüzden -her ne kadar kimi zaman inanmadığınız bir şeyi savunmak zorunda kalsanız da- yılmayın.”
Nerdeeee böyle söyleyen, öğrencinin içini açan hoca...
Bir kere asıl önce bu söylenerek öğrencinin ufku açılmalıydı ki, o da aslında neyi niçin savunmak zorunda bırakıldığını bilsin ve kendine öz saygısı zedelenmesin.
Düşünün bakalım, inanmadığınız bir şeyi sonuna kadar savunmak zorunda bırakıldığınızı…
Kişiyi suça toplum mu iter, yoksa suç işleme dürtüsü kişinin kendi içinde mi vardır ?
Hadi buyurun !
Soru aslında güzel. Çirkin olan ise, o yaştaki körpecik bir beyin, gerçekten de bunlardan bir tanesinin doğru olduğu zannına kapılabiliyor.
İşte tehlikeli olan da budur. Halbuki böyle durumlarda yukarıda da işaret ettiğim gibi, hoca demeli ki;
“Çocuklar bunun kesin bir cevabı yoktur. Farklı açılardan, geliştirebildiğiniz kadar fikir geliştirin ve hepsini ortaya koyun. Eğer bu münâzaranın sonunda, kafanızda suç kavramıyla ilgili farklı, özel ve özgün fikirler geliştirebiliyorsanız o zaman amacımıza ulaşmışızdır. Yoksa ying-yang gibi düşünmek zorunda değilsiniz .”
Mesela o dönem gerçekten kafama takılmıştı, gerçekten de kişiyi suça toplum mu iter yoksa suç işleme dürtüsü bireyin kendisinde mi vardır diye ?
Cevabını ise ancak yıllar sonra verebilmiştim...
Selâmetle...
BAVER

Perşembe, Kasım 16, 2006

AILELER ICIN ÖNERILER !


Çocuklarınıza cinsellikle ilgili doğru bilgiler verin. Önce cinselliğin ne olduğunu öğretin ki, sonra da cinsel sömürü hakkında bilgilendirin.
Unutmayın sizin çocuğunuzun böyle bir durumla karşılaşmayacağının garantisi yoktur.
Ayrıca böyle bir eyleme kimin kalkışacağını da tam olarak kestirmek zordur.
Siz çocuğunuza bu durumu tanımayı ve kendini korumayı öğretebilirsiniz.
Burada onları 'korkutmak'tan değil; kendilerini korumayı öğrenmelerini desteklemekten bahsediyoruz. Çocuğunuzun kendisini korumayı öğrenmesi önemlidir.
Bunun için de bilgilenmesi gerekir. Öncelikle cinsel gelişimle ilgili doğru bilgileri almalıdır ki 'tehlikeli' durumları fark edebilsin.
En önemli şey:
Çocuklarınıza bilgi verin ve onların yaşadıkları hakkında bilgi sahibi olun.
Çocuğunuza şunları anlatabilirsiniz:
Herhangi biri sana istemediğin şekilde cinsel olarak yaklaşırsa
Seni bunun için ikna etmeye çalışırsa,zorlamaya çalışırsa
böyle bir eylemde bulunman için sana para, hediye vermeyi, yiyecek, giyecek gibi şeyler sağlamayı ya da senin isteyebileceğin bir şeyi gerçekleştirmeyi teklif ederse
Derhal bu durumdan uzaklaş, ortamı terk et ve mutlaka gelip benimle konuş.
Seni korumak ve bu durumu engellemek için senin yanında olacağım.
Böyle bir durumla karşılaştığında karşıdaki kişinin niyetini algılamakta zorluk çekebilirsin. Karşıdaki kişinin niyetinden emin olmayı bekleme.
Bu konuda en ufak bile bir şüphe duyduğunda ortamdan uzaklaş. Bu durum seni tedirgin edebilir, endişelendirebilir ve korkutabilir.
Birlikte bu durumun üstesinden gelebiliriz.
Ayda

Çarşamba, Kasım 15, 2006

ÖĞRENCİYE BAK AİLESİNİ TANI


Öğrenci ailenin aynasıdır.
Aileyi hiç tanımadan o çocuğun nasıl bir aileden geldiğini,ailenin nasıl bir kültüre sahip olduğunu,çocuğa nasıl davranıldığını,anne-babanın birbirine nasıl davrandığını anlamamız mümkündür.En azından yüzde 75-85 oranında iyi bir tahmin yapabiliriz.
Bu konuda uzman olduğumu iddia etmiyorum ama bunca yıllık meslek hayatımda edindiğim tecrübelerime göre öğrencinin belli bir olayda verdiği tepki,evde annesinin yada işte babasının verdiği tepkiyle örtüşür.Erkek öğrenci babasının ,kız öğrenci annesinin modelidir.Pek az istisnalar dışında bu böyledir.

Veli toplantısında tahminlerimizde ki haklılık payını daha net görme şansımız olur.Eğer bir öğrenci sürekli diğer arkadaşlarına karşı kıskançlık duyuyorsa,sürekli hırçınsa,sürekli bela çıkarmak için aranıyorsa,derste huzursuzluk çıkarmak için konuşmadan bile gizlice sıraya vurarak,ayağını yere vurarakta olsa illa gürültü çıkarmaya uğraşıyorsa,arkadaşlarının mallarını çalmaya yada çalmasa bile zarar vemeye yelteniyorsa,durumu kabul etmeyip sürekli bir muhalefet halindeyse,arkadaşlarını aşağılıyor,onlara lakap takmaktan,iftira atmaktan çekinmiyorsa,yalan söylüyor ve işin kötüsü söylediği yalana kendisi de inanıyorsa ve bunun gibi sayabileceğimiz olumsuz öğrenci özellikleri gösteriyorsa bunun temel nedenini ailede aramak gerekir.

Bu tip öğrencilerimiz evde okuldakinin tam aksi davranışlar da gösterebilirler.Yani veli ile görüşme yaptığımızda veli ,çocuğu için anlatılanlara asla inanmaz,inanmak istemez.Çünkü çocuğu evde kuzu gibidir.Ya evde çocuğa tam bir baskı vardır yada kendini ifade edebileceği bir ortam çocuğa sunulmuyordur.Çocuk evde gayet pasiftir.Nasıl olsa ertesi gün okulda tüm bunların hıncını çıkaracaktır.Bu konuda aile ve çocukla ciddi rehberlik yapmak zorunludur.Diğer ders öğretmenlerinden de yardım istenmelidir.Çünkü bu çocuk günah keçisidir ve okulda ne zaman faili meçhul olumsuz-kötü bir olay olsa suç direkt bu çocuğun üzerine kalır.Herzaman aşağılanır,hep uyarıldığı,kötü bir şöhreti olduğu için O’da bunu kanıksamış ve kendini değiştirmek için uğraşmaz aksine şöhretine layık olduğunu her fırsatta gösterir davranışlar sergiler.

“Bir kişiye ne derseniz O olur”.
Oysa bu tip öğrencileri kazanmanın tek yolu onları aslında iyi öğrenci olduklarına inandırmaktır.Tabii ki bu zor ve uzun bir süreçtir.Ve genellikle daha kolay yol seçilir:Öğrenci hakaret-dayak-korku ile sindirilir ve Onun asla değişmeyeceğine inanılır.Benim en çok ilgilendiğim öğrenciler işte bu gruba girerler.Ben onlara görev,sorumluluk verir”bu işi ancak senin en iyi şekilde yapacağına inanıyorum”derim.İşin sonucu ne olursa olsun”beni yanıltmadığın için teşekkür ederim,biraz daha dikkatli olursan daha mükemmel bir iş olacaktı”diye devam ederim.Başlarının okşanması,geçerken gülümsemek,herkesin içinde Onu taltif edip,yaptığı en küçük bir işi bile örnek gösterip övmek gibi çook küçücük ve basit davranışlar mucizevî sonuçlar verir.Ben bunu bizzat yaşadım ve bu şekilde çok öğrenci kazandım.Aynı öğrenciden ben başka,diğer bir kişi başka söz ederdi.Oysa bu çocuklara genel davranışın tam aksine davranıldığında tam bir şaşkınlık sergilerler ve bu olumlu davranışlara layık olduklarını beden dilleriyle belli ederler.Ve pes etmeden istikrarlı bir şekilde devam edilirse öğrenci kendi değerinin farkına varır ve gerçekten değişir.Çünkü kendine önem verildiğini hissederler.Ve değerini bilen,kendini adam yerine koyan hiç kimseyi üzmek istemezler.

Evet aile çok önemli,aile-okul-çevre saç ayağıdır.Biri olmazsa tam sonuç alınmaz doğrudur. Ama öyle aileler var ki onlarla beraber bir işbirliği oluşturarak sorunlu çocuğu kazanmak çok güçtür.Aile zaten hayatta kaybettiğini düşünmekte,bırakın gelecek kaygısını taşımalarını günü kurtarırsa kendilerini şanslı hissetmektedirler.O halde biz öğretmenler,eğitim-öğretim hakkını kazanmış her öğrenci gibi bu tip çocuklara da rehberlik edip,bu sıralara gelmesinin layığını vermek durumundayız.”.Evet aileyi bu saatten sonra kurtaramayız,eğitim veremeyiz,değiştiremeyiz ama o çocuğa eğitimin hakkını vermek durumundayız.O sıraları boşuna işgal etmediğini anlatmak,onunla işbirliği yapmak,geleceğimize potansiyel bir suç makinesi adayı bırakmamak zorundayız.Ailesi unutmuş çocuğu ben mi kurtaracağım”düşüncesinde olan bir eğitimcinin,bir vatandaşın gelecekte meydana gelecek hiçbir toplumsal olayda suçlu aramasına hakkı yoktur diye düşünüyorum.

Suçlu arıyorsa da aynaya bakması yeterlidir.

BİYONİKKEDİ

Salı, Kasım 14, 2006

GENCLER DIKKAT !


Cinsel sömürü her yerde gerçekleşebilir.Herhangi bir kişi buna kalkışabilir.
DİKKAT !
Bunları biliyor musunuz?
Cinsel sömürü aşağıdaki eylemleri kapsar:
İstemediğiniz ve hazır hissetmediğiniz her durumdaki;
*cinsel öneri
*cinsel olarak dokunma, okşama
*cinsel organların gösterilmesi
*yetişkin birinin çocuk veya gencin karşısında mastürbasyon yapması
*oral seks
*vajina ya da anüse penis, parmak ya da bir objenin sokulması
*pornografiye maruz bırakmak ya da çocuk ve gencin pornografik amaçlar için kullanılmasına izin vermek
*bir hayvanla cinsel eylemde bulunmaya zorlamak veya bu eylemi izletmek
*röntgencilik
Herhangi biri bu eylemlerden birini yapmaya kalkışırsa,sizi tüm bu eylemler için ikna etmeye çalışırsa,zorlamaya çalışırsa,
bBöyle bir eylemde bulunmanız için size para, hediye vermeyi, yiyecek, giyecek gibi şeyler sağlamayı ya da sizin isteyebileceğiniz bir şeyi gerçekleştirmeyi teklif ederse, mesela sizi biriyle tanıştırmak, istediğiniz işe girmenizi sağlamak gibi...
Derhal bu durumdan uzaklaşın,
Ortamı terk edin ve mutlaka güvendiğiniz bir yetişkinle bunu konuşun.
Eğer yaşadığınız durumun cinsel sömürü içeren bir durum olmadığını düşünüyorsanız veya bundan emin değilseniz,
Ancak herhangi bir tedirginlik hissediyorsanız ve böyle bir durumla karşı karşıya olduğunuzla ilgili en küçük bile bir şüpheniz varsa;
Derhal bu durumdan uzaklaşın, ortamı terk edin ve mutlaka güvendiğiniz bir yetişkinle bunu konuşun.
Hiçbir zaman bu durumdan emin olmayı beklemeyin. Buna kalkışan kişi sizin emin olamayacağınız şekilde davranmaya çalışacak ve sizi 'kötü' bir şey olmadığına ikna etmeye uğraşacaktır
UNUTMAYIN!
Siz de bir hata yapmış olduğunuzu düşünüyor olabilirsiniz.
Yaşamakta olduğunuz durum sizin de istediğiniz ve hoşlandığınız bir durum olmuş olabilir. Kendinizi suçlu hissediyor olabilirsiniz.
Bu konuda birilerine söz vermiş ya da tehdit edilmiş olabilirsiniz.
Korkuyor olabilirsiniz.
Ne olursa olsun asla siz SUÇLU değilsiniz.
Hiçbir şeyin bu durumu sürdürmesine izin vermeden derhal önlem alın.
Hemen…
Beklemeden…
Ne olursa olsun, en küçük şüphe bile koruyucudur.
Şüphelerinize kulak verin.
Ayda

Pazartesi, Kasım 13, 2006

EĞİTİM NEREDE BAŞLAR?


Eğitimin anne karnında başladığı düşüncesine inananlardanım.

Öyle ya,o çocuk dünyaya bile isteye mi yoksa istenmeden mi getirildi?Annenin hamileliği süresince yeterli yada yetersiz beslenmesi,eşinden,ailesinden,çevresinden gördüğü ilgi yada ilgisizlik,doktor kontrollerine tam uyma yada uymama,hamileliğini geçirdiği ortamın stresli yada huzurlu olup olmadığı gibi her türlü etken ,annenin zaten hamilelikle birlikte değişen ruh haline ve psikolojisine ya olumlu yada olumsuz etkileri olacaktır.
Böylece bebeğin hayata başlayıp devam edeceği ortam ve şartları da az çok tahmin edebiliriz.

Benim en çok anlamadığım,anlamak istemediğim ve her seferinde çekinmeden çok ağır tepki verdiğim olay şudur:
Önce olması için sonra da sağlıklı doğması için günlerce Allaha dua edilen bir yavrunun,doğduktan sonra sanki havadan gelmişcesine,dertlerin kaynağı sanki oymuşcasına,aslında Onun olmaması gerekirmişcesine ailesinin çocuğa karşı takındığı tutum!

İşte asıl yetişkin eğitimi dediğimiz şey de burada başlıyor.
Ama bunun sadece kırsal kesimlerde varolduğunu düşünmüyorum.Topluma ve çevremize şöyle bir bakarsak bilinçsiz-bilinçli,okumuş-okumamış,zengin-fakir,güzel-çirkin farkı gözetmeksizin henüz kendisi eğitime muhtaç birçok aile tipiyle karşılaşabiliriz.Eğitim eğitim diyoruz ama eğitim almışı da almamışı da çocuğunun yetişmesinden bihaber,”nasılsa doğdu,büyür gider”tavrıyla hareket ediyorsa o zaman hatayı kimde ve nerede aramalıyız?

Hayata bir lütuf olarak gelmiş olan yavrularımızın ilk bebeklik,1-3 ve 3-6 yaş çocukluk dönemlerinin verimli geçirilmesinin ne kadar önemli olduğunun anlaşılabilmesi için daha çok toplumsal çalışmalar,rehberlik faaliyetleri yapılmalıdır.
Çünkü bebeklik ve çocukluk döneminde layıkıyla eğitilmiş,düzgün davranışlar sergileyen iyi insan olmanın erdemi,yurttaşlık ve Atatürk sevgisi bilinci aşılanmış,dinin korku değil sevgi temelleri üzerine kurulduğunun,her şeyde aşırılığın zararlarının önemi verilmiş bir çocuk için temeller sağlam atılmış demektir.Artık bu temelin üzerine olumlu hangi pekiştireç gelse kolaylıkla kabul görür,olumsuz hangi pekiştireç gelse de rahatlıkla bertaraf edilebilir.

Çocuk bir bitkinin sadece sulanmakla büyüyebildiği gibi kendi haline bırakılırsa,eğitim,değerler,erdemler,sevgi,ilgi verilmezse daha sonra üzerine yeni güzellikler eklemek için geç kalınmış bile olabilir.Tıpkı hamuru şekil yapıp fırına sürdükten sonra “eyvah tuzunu koymayı unuttum”demenin bir faydası olmadığı gibi.Hamuru ya tuzsuz yeriz.Böylece daha da kötüsü toplumda potansiyel suçlu adayları bile yetişebilir.Ya da hamuru sonradan tuza banıp yeriz ki bunun da ne kadar iyi bir fikir olmadığı ortada.

İşte şuanda ki bizlerde varolan korku,sevgi,acıma,sapıklık,takıntılı olmak,dürüstlük,yalancılık,riyakarlık,adam sendecilik,vicdanlı olmak,sapkın düşüncelerde olmak,güvenilir olmak,kalleş olmak gibi daha pek çoğunu sayabileceğimiz olumlu-olumsuz özellikler çocukluğumuzda yaşadığımız olaylardan,yetiştirilme tarzından bilinçaltımıza yerleşmiş bizlere kalan birer mirastır.

Bir sonra ki konumuz:”Sınıftaki öğrenci ailenin aynasıdır.”olacaktır.

Ben neden böyle günlük gibi yazıyorum bilmiyorum?Belki de ansiklobedik bilgilerle dolu gibi görünen bir yazının okunma veya anlaşılmasının daha az olduğu düşüncesinde olduğumdandır.
Ve kimbilir bu da çocukluğumdan bana kalan bir bilinçaltı mirasıdır?
Ne dersiniz?

BİYONİKKEDİ

Pazar, Kasım 12, 2006

Gençler toplumun aynası


Gençlerimizi, çocuklarımızı beğenmiyor, eleştiriyoruz. Tek tabanca dolaşmayı sevip, yeterince dünyayla ve politikayla ilgili değiller diye beğenmiyoruz onları ama bizde eksik olan objektif bakış açısını görüyorum ben onlarda.
Biz 78’liler pek bir politiktik; memleket sorunları bizim baş sorunumuzdu ama kendi grubumuzdan başkasının ne dediğine hiç bakmadık. Uzlaşmadan kuvvet doğacağını hiç hesaba katmadık. Başkasının da doğru söyleyebileceğine hiç inanmadık. Bu çocuklar bunu yapıyorlar. Bunda internet gibi açık ortamların etkisi büyük elbette. Her tür fikre kimseye hesap vermeden ulaşmaları, oturup bunları irdelemeleri mümkün internet ve diğer iletişim araçları sayesinde. Kimsenin bir kırıntı bilgi için çantasını taşımaları, hocaların peşinden koşmaları gerekmiyor onların.
Biz gençleri eğitemiyoruz. Çünkü çocukların çoğu öğüt ve ders dinleyerek değil iyi davranış modeli görerek öğrenir. Karşısında doğru örnek olmayan çocuğu suçlamak boşuna. O zaman söylediklerimi dinlemiyor diye azarlamanın çocuğa acı vermekten başka sonucu olmuyor ne yazık ki. Üstelik böylesi çocuğu ikiyüzlülüğe, yalancılığa itiyor. Çocuk ‘istediğim gibi davranır ama bunun itiraf etmem, gizlerim, olur biter’ diye öğreniyor. ‘İstediğim gibi davranırım ama bunu başka türlü söylerim’ diyor. Dürüstlükten dem vurup başkasının arkasından konuşan bir anne baba çocuğa ne sinyali vermiş olur? İnsan sevgisinden söz edip başkalarını küçümseyen bir anne babanın çocuğu neyi öğrenir? Ya çocuğuna bile verdiği sözleri yerine getirmeyen biri? Bütün bunlar artık vazgeçilebilir değerler haline geldiyse bunda payımız nedir? Vazgeçilmeyen tek değer para olduysa? Artık insan satın almanın bedeli, fiyatı çok ucuzladıysa?
Meşhur laftır bilirsiniz ’çocuğa söz ver, yerine getirme ki kindar olsun’ denir.
Öte yandan çocuklar bu azarlar olmasa da zaten her yerde bol bol şiddet görüyorlar. Öyleyse ‘okullarda niye şiddet var’ veya ‘bu topluma da ne oluyor böyle’ demeden önce hepimizin kendi davranışlarımıza çekidüzen vermemiz gerek.
Çocuklarımız bizden daha kötü de değiller, bizden iyi de değiller. Sadece bizden farklı bir dünyaları ve biraz anlayışa ihtiyaçları var.

Nicomedian

Cumartesi, Kasım 11, 2006

CINSEL SÖMÜRÜYE DIKKAT !



Aileler için önemli bilgiler
Çocuklara yönelik her türlü cinsel davranış cinsel sömürü kapsamına girer. Bu davranışlar:
cinsel öneri
cinsel olarak dokunma, okşama
cinsel organların gösterilmesi
yetişkin birinin çocuk veya gencin karşısında mastürbasyon yapması
oral seks
vajina ya da anüse penis, parmak ya da bir objenin sokulması
pornografiye maruz bırakmak ya da çocuk ve gencin pornografik amaçlar için kullanılmasına izin vermek
bir hayvanla cinsel eylemde bulunmaya zorlamak veya bu eylemi izletmek
röntgencilik
Gençler için de tüm bu eylemler cinsel sömürü kapsamına girebilir. Eğer bir genç herhangi bir cinsel eylemde bulunmak istemiyorsa ve kendini hazır hissetmiyorsa yukarıdaki saydığımız tüm davranışlar cinsel sömürüye girer. Unutmayın; cinsel davranışlar iki kişi arasında olduğunda teşvik, ikna, zorlama olmamalıdır.
Eğer çocuğunuz, böyle bir durumla karşılaştığını anlatırsa;
Ona inanın,
Onu dinleyin,
Olayı anlatması için cesaretlendirin,
Kendisini suçlu hissetmemesi gerektiğini ifade edin,
Bu durumu engelleyeceğinizi anlatın,
Yaşadığı olumsuz duyguların geçeceğini anlatın ve onun yanında olduğunuzu belirtin,
Bu konuda yapılabilecekleri anlatın.
Böyle bir durumda öfkelenebilirsiniz. Bazen de ne diyeceğinizi bilemeyebilirsiniz. Duygularınızın farkında olun ve sakin olmaya çalışın. Sakin olmak bu durum karşısında tepkisiz kalmak ve 'normal' bir durum gibi davranmak değildir. Bu durumun sizi öfkelendirdiğini, üzdüğünü gösterebilirsiniz. Burada önemli olan sizin yoğun duygularınızın çocuğunuzun ihtiyacı olan destek arayışının önüne geçmeyecek şekilde davranmaktır.
Ayda

Cuma, Kasım 10, 2006

SAATLER'in ISYAN EDIP DURDUGU AN.


Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklâle timsal olmuş bir milletiz.
Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık sayılamaz.
Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım. Çocukluğumdan bugüne kadar ailevî, hususî ve resmî hayatımın her safhasını yakından bilenler bu aşkım malumdur. Bence bir millete şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi mutlaka o milletin özgürlük ve bağımsızlığına sahip olmasıyla kaimdir. Ben şahsen bu saydığım vasıflara, çok ehemmiyet veririm. Ve bu vasıfların kendimde mevcut olduğunu iddia edebilmek için milletimin de aynı vasıfları taşımasını esas şart bilirim. Ben yaşabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri icap ettirirse, insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet icabı olan dostluk ve siyaset münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin, bu arzusundan vazgeçinceye kadar, amansız düşmanıyım.
Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar.
Cumhuriyet fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre saygı duyarız.
Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir.
Gerçi bize milliyetçi derler. Ama, biz öyle milliyetçileriz ki, işbirliği eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Onların milliyetlerinin bütün icaplarını tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz herhalde hodbince ve mağrurca bir milliyetçilik değildir.
Bilelim ki milli benliğini bilmeyen milletler başka milletlere yem olurlar.
Milli mücadelelere şahsî hırs değil, milli ideal, milli onur sebep olmuştur.
Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.
Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki, bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.
Bir dinin tabiî olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uygun olması lazımdır.
Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hakim olunamaz.
Türk Milletinin istidadı ve kesin kararı medeniyet yolunda, durmadan, yılmadan ilerlemektir.
Medeni olmayan insanlar, medeni olanların ayakları altında kalmaya mahkumdurlar.
Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla hiç ilgisi olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler çağdaş olmayı kâfir olmak sayıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış tefsiri yapanların maksadı İslâmların kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, dimağladır.
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.
Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak insan olmak için yeterlidir.
Biz dünya medeniyeti ailesi içinde bulunuyoruz. Medeniyetin bütün icaplarını tatbik edeceğiz.
Bizim devlet idaresinde takip ettiğimiz prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.
Milletimiz her güçlük ve zorluk karşısında, durmadan ilerlemekte ve yükselmektedir. Büyük Türk Milletinin bu yoldaki hızını, her vasıtayla arttırmaya çalışmak, bizim hepimizin en kutlu vazifemizdir.
İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?
Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.
Anaların bugünkü evlatlarına vereceği terbiye eski devirlerdeki gibi basit değildir. Bugünün anaları için gerekli vasıfları taşıyan evlat yetiştirmek, evlatlarını bugünkü hayat için faal bir uzuv haline koymak pek çok yüksek vasıflar taşımalarına bağlıdır. Onun için kadınlarımız, hattâ erkeklerimizden çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar; eğer hakikaten milletin anası olmak istiyorlarsa.
Gençler cesaretimizi takviye ve idame eden sizlersiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık ve medeniyetin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız. Yükselen yeni nesil, istikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz.
Yüksek Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur.
Sizler, yani yeni Türkiye'nin genç evlatları! Yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz... Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar. Türk Gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir.

Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir.
Müsbet bilimlerin temellerine dayanan, güzel sanatları seven, fikir terbiyesinde olduğu kadar beden terbiyesinde de kabiliyeti artmış ve yükselmiş olan erdemli, kudretli bir nesil yetiştirmek ana siyasetimizin açık dileğidir.

Mualimler! Yeni nesli, Cumhuriyetin fedakâr öğretmenleri ve eğiticileri, sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin maharetiniz ve fedakârlığınız derecesiyle mütenasip bulunacaktır.
Milleti kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden yoksun bir millet, henüz millet namını almak istidadını keşfetmemiştir.
Dünyanın her tarafından öğretmenler insan topluluğunun en fedakâr ve muhterem unsurlarıdır.
Okul sayesinde, okulun vereceği ilim ve fen sayesindedir ki, Türk milleti, Türk sanatı, Türk iktisadiyatı, Türk şiir ve edebiyatı bütün güzellikleriyle gelişir.

Ekonomik kalkınma, Türkiye'nin hür, müstakil, daima daha kuvvetli, daima daha refahlı Türkiye idealinin belkemiğidir.
Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere, Türk Milletine canımı vereceğim.
Benim naçiz vücudum nasıl olsa bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ebediyen yaşayacaktır.
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK.




Perşembe, Kasım 09, 2006

PIERCING


Fierspfingpfff

Zaman zaman horladığımız ve hoyratça davrandığımız derimiz yani tenimiz neymiş biliyor musunuz? Deri eşsiz ve son derece ilginç bir organmış. Bir yetişkinin bedenini kaplayan deri ortalama olarak 3m2 den biraz fazla olup ağırlığı tüm vucut ağırlığının %15 i kadarmış. 1 cm2 deride milyonlarca hücre,sıcak,soğuk ve ağrıyı hissetmek için binlerce sinir ucu varmış. Vallahi internette bütün bi gün okuyup araştırdım... Ayrıca yağ bezleri, kıl dibi kesecikleri ve ter bezleri de derinin aslında en önemli parçalaruymış. Bu karmaşık yapıyı besleyen milyonlarca kılcal kan damarı da inanilmaz bir şebekeyle deriye yayılmış durumdaymış. Ortalama deri kalınlığı yine yetişkin bir insanda 2,5mm ye kadar olmakla beraber yer yer çok inceymiş (örneğin göz kapaklarında).
Delirdin mi hayırdır? diye soranınız olabilir... Evet delirdim, hatta midem kalktı ve hatta içim cızz etti... o kızları bi güzel pataklamak geldi içimden... Ye aslında ben şu derilerini deldirip güzelim bedenlerine işkence yapanlardan bahsetmek istiyorum bugün. Benim okuldaki öğrencilerimden bazıları piercing denilen güzelim deriyi deldirmece oyununa başlamışlar.. Derste pek belli olmuyo, o kadar kalabalıkta kaynadılar ama ders arasında wc’de gördüm onları. Ellerimi yıkıyordum birden aynadan yansıdı parıltı, gözümü aldı; bir döndüm baktım kaşını deldirmiş; bi de yeni deldirmiş kan oturmuş, kabuk bağlamış ve kaşımış, iltihap bağlamış, bana bakmakta... kızım naptın sen gözüne, kan oturmuş, iltihap toplamış tüm kaş altların, bu koca toplar da ne diye yırtındım... Kızımız daha 17’sinde.. Teomanın 17 şarkısına bayılırdım eskiden... aklıma nedense o şarkı geliverdi birden.. sanki yitirilen 17 yaşındaki kıza bir metafordu bu kaşa girmiş top mermileri... Kızımız bana hocam ne var süper oldu, acıyo daha 1 hafta oldu yaptıralı ama geçiyo, daha kötüydü, dedi... Neden yaptırdın kızım dedim? Ohoo hocam bu benim ilk değil, göbeeemde (göbek demek istiyo) de var dedi.. eee, devamı gelecek mi dedim; bu mahçup eğdi başını, hocam haftaya dilime yaptırcam dedi.. Ben dumur! Peki annen-baban ne diyo dedim; annesi demiş ki “ah evladım seni yüzünün neresinden öpeceğimi şaşırdım artık” demekle yetinmiş... babam da sen yakıştırıyorsan kendine bence bir sakıncası yok demiş.
Eh bana da bu durumda ordan ikilemek düşerdi...
Ertesi hafta sınıfta baktım kızımız ortalıkta yok! Nerde dedim, arkadaşı (onun da kaşında koca bir metal çubuk var!) hocam haftabaşı küçük bir operasyon geçirdi bugün gelmiycek dedi. ..Durumu çaktım tabi, kesin gene bi yerini deldirdi diy mi dedim, arkadaşı anlamsızca sırıttı. Asıl hikaye onu yeni diliyle ortalıkta metal fırtınası şeklinde dolanırken gördüğümde... Beril dedim, gel bakayım buraya, deldirdinmi dilini? “Pierfpsing o hocamf, deldsirme denmess onaf” diyerek dilini çıkarttı bana, “bakıfn hocamf, ne küselfff oldu”... kızcağızın konuşması da – yüzüklerin efendisindeki gollum gibi olmuştu. Bir gözü kapanmak üzereydi-demek ki kaştaki iltihap aşağılara doğru kaymakta... bana nedense o manzara quazi modo’yu hatırlattı. Garibim Quazi de Notre dame klisesinde bi gözü kapalı ve şiş olarak güzelim esmeralda’ya kur yapardı. Berilcim, neden deldirip duruyorsun o güzelim suratını, neden işkence çektiriyorsun bedenine dedim, inanın oturup ağlayacaktım, o kadar küçük ve tazecikti ki..kıyamadım ona...kendi çocuğum olsa ne yapardım diye düşündüm. Bana verdiği cevap tam dumurluktu: “hocamff, benf kendimfi taha iyi iffaafde edebilfmekf içinf yapıfyrumpf çefreye taha iyi ifadfe edefbiliyofum” dedi...

Ah küçük kız aaah, bi de kendini daha iyi ifade edebilmek için konuşmayı öğrensen... Neyin kendini ifadesi ha? Sen cümle kuramıyorsun daha, deldirdin dilini, dudaklarını, kaşını, göz kenarını....şişti dilin, gözün, dudağın, yardırdın dilini, ne tadı alabileceksin artık ne de ekşiyi... konuşamıyorsun da artık, bi de kalkmış bana kendimi daha iyi ifade edebilmek için yaptırdım diyorsun.. böyle mi ifade edeceksin kendini topluma; sen ancak “quazi modo ile gollum’a kim en çok benzer”i ifade ettin bana. “my preciousssss.... Kıymetlimisssssss... bu yüsük bisssiiim.....”, “bana suuu veerdiiiii, esmeralda ssuu verdiii” size de tanıdık geldi mi bu replikler?

TOPLU IGNE

Çarşamba, Kasım 08, 2006

ETIK KAYGI

ImageChef.com - Create custom images


Özürlülere ilişkin özel eğitim esaslarının düzenlenmesi 03/12/1996 tarih ve 4216 sayılı kanunun verdiği yetkiye dayanılarak Bakanlar Kurulu’nca 30/05/1997 tarihinde kararlaştırılarak, bu 573 sayılı “Özel Eğitim Hakkında Kanun Hükmünde Kararname” 06/06/1997 tarihli ve mükerrer 23011 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe konmuştur.

“Madde 1: Bu kanun hükmünde kararnamenin amacı, özel eğitim gerektiren bireylerin, Türk Milli Eğitimin genel amaçları ve temel ilkeleri doğrultusunda, genel ve mesleki eğitim görme haklarını kullanabilmelerini sağlamaya yönelik esasları düzenlemektir.”

Özel eğitim alanında çok önemli bir gelişme olan ve öncülüğü açısından da önemini vurgulayan “Özel Eğitim Hakkında Kanun Hükmünde Kararname” böyle diyor.

Ne yazık ki estetiğin, vicdanın, yeteneği düzenlemenin, bilgiyi pratize etmenin; kısacası özverili başarım tutkusunun kanunu yok. Özel eğitimde aslında olmayan bu kanunu istiyor.

Genel olarak yaşamımızda karşılaştığımız her türden mesleğin nirengi, sıkıntıları söz konusu olduğu gibi özel eğitimin de birtakım sıkıntıları söz konusudur.

Özellikle günümüz piyasa şartlarındaki istikrarsızlık, kanunların yetersizliği veya uygulanmasında yaşanan güçlükler, ticari güvenin yitirilmiş olması beraberinde hiçte göz önüne getirilmeyen, asıl sonuçları çok daha vahim olacak olan sıkıntıların ayak seslerini hatırlatıyor.

Bilhassa ülke nüfusunun yarıdan fazlasının genç ve eğitim - öğretim çağında olduğu düşünüldüğünde, eğitim ve öğretim ustalarının yani eğitimcilerinin ve konuyla ilgili kitlenin bilgi ve beceri düzeyi ile genel olarak mesleğine olan saygılarının ne ölçüde yeterli olduğu sorusu sorulduğunda sıkıntılar birkaç kat daha artıyor.

Bu konuların yanı sıra üzerinde durmak istediğimiz konu “özel eğitimde etik” sorunu belki de sorumsuzluğudur. Ülkemizde özel eğitim gerektiren birey sayısı oldukça yüksektir. Çok genel bir istatistiki rakamla ülke nüfusunun %7-10 arasındaki birey sayısı engelli olup, özel eğitime ihtiyaç duymaktadır. Nüfusun büyüklüğü göz önüne alınacak olursa sayı hiçte azımsanacak düzeyde değil. Büyük kentlerden kırsalın en ücra yerine kadar engelliler birer birey olarak nüfus içerisinde yerini almaktadır. Öyleki kendi halindeler, ışık tutulanlar bir, iki, üç ... Yani sayıları çok az. O kadar. Normal eğitimde öğretmen başına düşen öğrenci sayısı göz önüne alındığında da bu durum kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

Sosyo-ekonomik düzey başta olmak üzere her alanda yaşanan geri kalmışlık, alt kültürün tüm bileşenlerini içinde barındıran sosyo-ekonomik gerçeklikleri yansıtmaktadır. Milyonlarca engelli birey ve özel eğitim gerçeği göz önüne geldiğinde ünlü iş adamımız Sakıp Sabancı’nın meşhur “vah, vah, vah, ...” diye başlayan sözlerini aklımıza getiriyor. En ideal argümanlarla özel eğitime geldiğimizde özel eğitime yönelik özel eğitim çıkmazına bu sözler bizleri sürüklüyor.

Hedef, birey ve genelde toplumun bütünüdür. Ayrıca bu konu toplumun son derece hassas olduğu bir konudur. Nerede olursa olsun engelli birey toplumun dikkatini çeker. Yaklaşımlar; geleneksel, dinsel veya bilinçli olmak üzere çok farklı olur. Burada en öne çıkan da toplum vicdanıdır.

Toplum içerisinde bireyle birlikte aile önemli bir yer tutmaktadır. Engelli bireyin kabulü, bakımı, yetiştirilmesi ve topluma kazandırılmasında ailenin yeri çok çok büyüktür. Özel eğitimde ise engelli birey ailesine yaklaşımlar ve aile eğitimleri bu açılardan önemini artırmaktadır.

Toplumdan topluma ve yine aynı toplum içerisinde yaşayan insanlar açısından farklı yaklaşımlarla karşılaşan engelli bireyler genellikle toplumun alt kademesinde nefes alan varlıklar olarak ele alınmışlardır. Toplumun bakış açısı onları yıllarca damgalamış ve belirli kriterlerle adlandırmıştır. Down, otistik, spastik, zihin engelli, işitme engelli, bin bir çeşit konuşma engelli, kreten ve daha birçok çeşit engel grubu. Oysa insanlar engeliyle kabul edilebilirdi.

Tornadan çıkartma imkanı olsaydı ve tornadan çıkarılarak engelin düzelme imkanı bulunsaydı eminiz ki normal bireyler yine öncelik kazanırdı. Bu normal kavramı da biraz şaibeli ama konuyu dağıtmaya gerek yok. Kaldı ki engelli birini tornaya sokmak aile ve toplumun önlenemez iştahı da olabilirdi. Standart insan tipi oluşturmak için bire bir de olabilirdi bu tornadan çıkarma yöntemi. Böyle bir torna makinası ne yazık ki henüz yapılmadı.

Yatırlar, üfleyenler ve hocalar da yeterli derecede iş yapamadılar ki engellilerin sayısı azalmadı veya engel düzelmedi. Her ne kadar onlar bu işe birçok disiplinden önce gizlice el atsalar da sonuç menfi kaldı. Şifalı bitkilerle tevavi etme de bu işi sonuca götüremedi.

Sonuç ortada ve top yine eğitime geliyor. Yalnız alanda karmaşa çok. Bu alanın sahibi olduğunu söyleyen kişi veya meslek sayısı da çok. Unutulmaması gereken bir konu ise özel eğitimin bir multidisipliner eğitim gerektirdiğidir. Çünkü sadece engelli birey yok. Engelli bireyin eğitiminin yanı sıra aile, çevre, eğitim ve rehabite kurumları, uzman, eğitimci gibi birçok kişi veya kurum özel eğitimin çatısı altına giriyor. Onun için bir tek disiplinin özel eğitimle ilgili olduğu söylenemediği gibi söylemekte yanlış olur.

Bugün özel eğitimle ilgili yapılan çalışmaların birçoğu literatürde bilgi değerlendirmesi boyutundadır. Bilginin pratize edildiği ve pragmatik eğitimin faydasına sunulduğu ideal yeni müfredat veya program geliştirilmiş değil. Her ne kadar mevcut çalışmalar olsa da yalnız bu çalışmalar yeterli değil. Kısacası sistematik bir doküman henüz yok. Üzerinde en çok araştırma yapılan konulardan birisi olduğu halde. İnternette onlarca site var. Türkçe site sayıları dahi artıyor.

Özel eğitim dersine günlük standartlaştırılmış programla girerek engelli bireyin zeka seviyesini artıramayız. Uygun bireyselleştirilmiş plan ve programların yapılması, uygun ortamın hazırlanması ve ihtiyaca yönelik materyallerin kullanılması ve teknolojiden yararlanılması özel eğitimin de optimizm yani iyimserlik yönümüzü artıracaktır.

Aslında alanda güzel çalışmalar yapılmaktadır. Yalnız bu güzel çalışmaları alanda karşılaşılan sıkıntılar gölgelemektedir. Çünkü alanla ilgisi olmayan ehliyetsiz kişilerin özel eğitimle ekonomik kazanca yönelip ilgilenmesi etik yöndeki kaygılarımızı hızla artırmakta ve yapılan olumlu çalışmaları unutturmaktadır. Buradaki asıl sorunumuz hedefte insanın olmasıdır. Eğer bir hata yapılırsa o hatayı düzeltmek kolay kolay mümkün olmamaktadır. Özellikle bu hata insana yönelik yapıldıysa. Örneğin eğitimle ilgisi olmayan kişiler tarafından yanlış yönlendirmeyle yanlış eğitim verildiyse.

Sorunu olan bir bireyin daha bilinçli ele alınıyor ve bu alanda geliştirilen yöntem ve tekniklerden yararlanılıyor olması, geliştirilen teknoloji alet ve cihazların kullanılması işi daha kısa sürede minimize edebiliyor. Bu da olumlu oluyor tabiki.

Unutmamalıyız ki bu alanda çalışan ekipman bu işin motorudur. Dolayısıyla hiç kimse bu alanda mükemmel olamaz. Her şeyden önce işin öneminin farkındalığının yakalanmış olması taraftarıyız. Çünkü özel eğitim herhangi bir tezgahtarlık ya da mekanize olmuş bir iş alanı değil.

Her insanda olduğu gibi engelli bireyin de hayatında birtakım değişiklikler söz konusudur. Onun için eğitimde günlük, aylık ve yıllık periyotlarda değişimlerin izlenmesi ve eğitimin ona göre işlerlik kazanması gerekmektedir. Belirli aralıklarla kaydedilmiş ve engelli bireyin eğitim dosyasına işlenmiş değerlendirmeler ve yapılmış çok iyi bir analiz eğitimcinin işini kolaylaştıracaktır. Yoksa “al-tak-çıkar-ver” türünden sürekli başa dönmeler ve denemeler amaca ve hedefe ulaşmayı zorlaştırır. Sevelim; ama çokta sevelim – seviyorum tafralarına girmeye gerek yok. Bu işi sevgi ile birlikte profesyonelce görevimiz ve sorumluluğumuz olduğu için yapalım.

Özel eğitimde uygun zaman iyi değerlendirilip, hassas noktalar çok iyi yakaladıktan sonra yapılacak olanlar avucumuzun içinde gibidir.

Sonuç olarak; görev veya sorumluluk kaygısı, vicdan kaygısı veya kul hakkı kaygısı ... Ne derseniz deyin! Ama bizdeki kaygı “Etik Kaygı”dır
Kaynak Internet sayfalari.
Saygilarla.
H.A.E

Salı, Kasım 07, 2006

EGITICININ EGITIME IHTIYACI OLDUGU ANLAR...

Friendster



OKUL VE DAYAK


İnsan daha önce hiç fark etmediği bir şey fark ettiğinde ya da bilmediği yeni bir şey öğrendiğinde, şaşkınlığını dile getirmek için ' bir yaşıma daha girdim' ifadesini kullanır.
Çünkü yeni şeyler zamanla ve yıllar geçtikçe öğrenilir.
Daha önceki yıllarda bildiğinizi sandığınız bir çok şeyi, aslında bilmediğinizi fark edebilirsiniz.
Şöyle bir on ya da on beş yıl öncesine gittiğinizde, temel ahlaki normlar belki istisna kalmak koşuluyla, bir çok konuda değer yargılarınızın ve hatta bazen dünya görüşünüzün bile değiştiğini görebilirsiniz.
Örneğin, ortaokul ya da lise yıllarına dönüp baktığımda okullarda tokat atan, dayak atan hocalarımızın varlığını hatırlar gibi oluyorum.
O zamanlar tokat atan, döven, dayakçı hocalara karşı inanılmaz bir çocuksu öfke ve hiddet duyardım.
Lise birinci sınıfın ilk dönemlerinden sonra lise hayatım boyunca patolojik ( hastalıklı ) boyutta dayak atan bir hoca ile neredeyse hiç karşılaşmadım.
Ancak, ortaokulda dayak atan hocalarımız çoktu diyebilirim.
Hatta isimlerini de sayabilirim.
Ancak hiç lüzumu yok.
Eğitim kurumlarında yaşanan patolojik dayak atma eylemi, eğitmenin, kişisel karizmatik öğelerle sağlayamadığı disiplini, şiddetle yoluyla sağlama girişiminden başka bir şey değildir.
On iki on üç yaşındaki körpecik çocukları sınıfın ortasında, diğer arkadaşlarının yanında demoralize ve pasifize etmek...
Hepsinden öte onurunu kırmak.
Buna şiddetle karşı olduğumdan bahsetmeyeceğim.
Bu eylemin, zavallılığın ve biçareliğin bir yansıması olduğundan da bahsetmeyeceğim.
Belki de bazen aşağılık karmaşasını (kompleksini) aşma girişimi olma ihtimalinden de bahsetmeyeceğim...
Hani öyle çok dayak yemiş de seneler sonra buradan derdini haykıran bir adam imajı da oluşmasın gözünüzde.
Ancak ortaokulda iken çok sevdiğim birkaç arkadaşımın yediği tokat sahneleri aradan tam 10 sekiz 10 dokuz yıl geçmesine rağmen hafızalarımdan silinmiyorsa, buradaki kabahatlinin kim olduğu belli oluyor.
Hani giriş kısmında demiştik ya, yeni şeyler zamanla ve yıllar geçtikçe öğrenilir ve önceki yıllarda bildiğinizi sandığınız bir çok şeyi, aslında bilmediğinizi fark edebilirsiniz diye...
Benim de seneler sonra, hayata dair bir çok konuda görüşlerim değişti.
Kimi konularda daha konservatif (muhafazakar), kimi konularda daha radikal, kimi konularda daha liberal oldum.
Ama inanın, o günkü çocuk aklımla, bugünkü yetişkin aklımı karşılaştırdığımda, okullarda patolojik şekilde dayak eylemini gerçekleştiren öğretmenlerle ilgili düşüncelerimde değil bir milim, bir angstronluk (bir milimetrenin onmilyonda biri) bir değişiklik bile olmadı.
Bana göre her zaman, üçüncü, bazen de dördüncü sınıf insandı onlar.
Öğretmenin, çok sinirlendirildiği ya da saygısızlığa maruz kaldığı için ayda yılda attığı bir tokat ya da kulak çekmeye değil lafım.
Ben dayak eylemiyle öğrenciler üzerinde tedhiş ( dehşete düşürme, sindirme) ve terör yaratan hastalıklı kişilerden bahsediyorum.
Onlara sorsanız bunu sınıfta inzibat (sıkı düzen) sağlamak için yapıyorlardır...
Ama gerçekten öyle mi sizce ?
Geçen bunca zamana rağmen, bir çok konuda değiştim belki ama, okulda öğrencisine saldıran hocalara karşı düşüncelerim bacak kadarken de aynıydı, yüz kilo iken de aynı...
Selâmetle...
BAVER